25 Eylül 2009 Cuma

"Tarladaki apartman"

.
Seyahat ederken belki siz de görmüşsünüzdür; tarlanın ortasında bir apartman...
Öyle bakarım uzun uzun...
Etrafta başka bina yok, dört bir yanı dümdüz arazi.
Tarladaki apartmanın rengi pembe.
Dört katlı.
Balkonları da var...
Oraya dik çatılı sevimli bir çiftlik evi yapmak varken, insan tarlanın ortasına niye apartman yapar?
Acaba kenti tarlaya mı getirmeye çalıştı yapan?
Kapı zili de koymuştur.
Belki parası vardır, sınıf atlamak istiyor, ama atlayamıyordur. O da kentteki en büyük şeyi getirdi tarlaya:
Apartmanı...
***
Dünyanın her yerinde kentlerde yer dar olduğu için, insanlar yan yana oturmak yerine üst üste otururlar.
Diyelim ki otuz katlı bir apartmanın duvarlarını kaldırın bir an; üst üste uyuyan otuz kişi, üst üste mutfakta bulaşık yıkayan otuz kadın...
Tuvaletlerde üst üste...
İyisi mi koyun duvarları yerine...
***
İnsan niye uçsuz-bucaksız geniş arazinin ortasına apartman yapar?..
O hangi özlemdir?..
Ben biliyorum; ineklere, eşeklere, köpeklere, tavuklara da kızıyordur tarladaki apartmanın sahibi.
Çünkü onlar “apartman”ı bozuyorlardır.
Tıpkı apartmanın tarlayı bozduğu gibi...
Muhtemelen apartmanın kapısında telleri bağlı olmayan zil panosu da vardır, içinde kapıcı olmayan kapıcı dairesi de... Ve önünde iskemlede oturmuş apartman sahibi...
***
İnsan niye tarlaya apartman yapar?..
Plajdaki şalvarın, tarladaki karşıtı mı?..
Estetiğini arayan zevkin... Şeklini bulamamış ifadelerin... Kendini arayan yaşamların fotoğrafı mı?..
Belki de o biziz:
Tarladaki apartman...
.
Bekir Coşkun - Hürriyet

15 Eylül 2009 Salı

"Rahim Öğretmen'in ormanı artık yaşayacak"

.
Gündüz taa Amerikalardan devreye giren DSİ Genel Müdürü Prof. Dr. Veysel Eroğlu'nu yazmıştık. Gazetemiz baskıya girdiği anlarda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker aradı. Konya Ereğlisi'ndeki yoktan var edilen ormanla ilgilendiğini belirtip, konuyla doğrudan ilgili kuruluşlarla temasa geçtiğini belirtti. Düşünün, Sayın Bakan Batman'a yatak yorgan atmış 'Sel felaketinin yaralarını sarmaya çalışırken' bizim yazımızla ilgilenecek vakti de bulabiliyor. Doğrusu hemen aklımıza Ankara Temsilcimiz İsmail Küçükkaya geldi. Belli ki, onun da bu 'Hayırlı trafikte katkısı var'.

Arada mesaj yağıyor. Afet Limon 'Sayın Ayeri, böyle insanlar kaldı mı diye şaşırdık. Selamlar' diyor. Ömer F. Sakarya daha duygulu e-posta yollayanlardan:
.
'Rahim Hoca'nın mesajını gözlerim yaşararak okudum. Bu benim de hicranım. Güzel ülkemizin birçok müsait yeri kel duruyor. Bakıyorum bir köy, etrafı bomboş. Yahu insanlar onar tane ağaç dikse her yıl, orası abad olacak. Maalesef insanlarımız çok duyarsız. Fakat önemli bir nokta var. O da şu; bir gün adliyede tanıdığım köylü gördüm. Neden orada olduğunu sordum. Verdiği cevap ilginçti; 'Ormana ağaç diktim o yüzden yargılanıyorum'. Aklım başımdan gitti o an. Kesmenin cezası olduğunu biliyordum da ağaç dikmenin cezası olduğunu o gün öğrendim. Maalesef doğru imiş. Rahim Hoca, size iyi niyetle yazmış ama kendi arazisi dışında devletin yerine dikti ise vay haline. Mahkemelerde sürünür. Eğer böyle bir durum var ise ikaz edin, yardımcı olalım. Saygılar'.
.
Evet, ot bile olmayan dağı ağaçlandırmanın cezalandırıldığı ülkeyiz. Adamlar İstanbul'u, en başta Boğaz sırtları olmak üzere, yağmaladılar. Tapu tahsis belgeleri dağıttık. Hani, Sakarya'nın uyarısını aklımıza bile getirmek istemiyoruz. Bizi esas yaralayan Orman Bakanı'nın tutumu. Sayın Osman Pepe 'Su benim konum değil' diye bu işten kendini sıyırıyorsa, biraz ayıp eder. Bir telefon bile moraldir, destektir. Emekli öğretmen evini bile satıp on bin ağaç dikiyorsa en azından bir plaketi hak etmiştir. TEMA Vakfı da bu konunun destekçisi olmalıdır. O da ayrı mesele.

Sanırız en güzel maili kahramanımız Rahim Demirbaş'tan aldık; '-Kul bunalmazsa Hızır ulaşmaz- derler. Tuttuğunuz kolay gelsin. Saygılar sunarım'. Belli ki Devlet'in yetkilileri onu rahatlatmış. Biz sadece aracı olduk. '

Bir günde televizyon eleştirmeyelim, ülke kazansın' dedik. Dileriz, iyi giden gelişmeler, iyi sonuçlanır. İstanbul'un trafik keşmekeşine dönmez. Emekli öğretmenimize, ona su bulup getirene sevgi ve saygılarımızı yolluyoruz.
.
ALINTI: Burhan Ayeri - Akşam

"Hayırsever arıyoruz"

.
Konya Ereğlisi'nden Rahim Demirbaş, kuraklığı en yoğun yaşayanlardan oldu. Hoca, ağaçlarını kurtarmaya çalışıyor. Her şeyi halletti. Sadece 2.5 km'lik boruya ihtiyacı var. Belki hayırsever bir kuruluş çıkar umuduyla 'İmdat' diyerek yolladığı e-postasını yayınlıyoruz:

"Burhan Beyciğim, sizi pek çok rahatsız ettim. Şuna inanıyorum ki sizde tuttuğunu koparan bir azim var. Benim derdimi dert edindiniz, sonucu merak ediyorsunuz. Orman ateşten değil, susuzluktan yanıyor. 2.5 tonluk bir tank buldum. Traktörle gidiş geliş 8 km'den su getirip ağaçları sulamaya çalışıyorum. Bu yıl kurumasın, belki gelecek yıl Allah bir sebep halk eder. Şimdi bir havuz yeri açtırdım. Kaymakamım Cevdet Can Bey 250 torba çimento verdi. Belediye kum verecek. İnşaatını kendim yaptıracağım. Yalnız bu havuza 2.5 km öteden kooperatif kuyularından su gelmesi gerekiyor. Bunun için 2.5 km, beşlik (125'lik) yağmurlama ana borusuna ihtiyaç var. Bu boruları, Devlet'in veya Devlet gibi birilerinin temin etmesi gerekir. Bana boruyu şimdi versinler makul zaman içerisinde bedelini ödeyeyim. Türkiye'mizde Japonya'dan daha çok dolar milyarderi olduğunu okuyoruz. Dikilen her ağaç bütün insanlığın. Ben ağaçların atmosfere verdiği oksijeni paketleyecek değilim. Öldüğümde kefenimin içerisine koyup gidecek durumda da değilim. Devletimiz yüzlerce yıllık yetişmiş ormanları yangından korumak veya büyük masraflarla yenilerini dikmek zorunda iken ben Devletimize hiç yük olmadan 10 binin üzerinde ağaç yetiştirdim. Sadece 2.5 km'lik boru ile bu iş hallolacak. Bana bunları temin edecek yiğit kişi arıyorum. Para değil boru gerekli. Saygılar sunarım. Rahim Demirbaş. Emekli Öğretmen (0 505 753 9292)."

Yok mu ülkesini ve doğayı seven bir kişi ya da kuruluş?
.
ALINTI: Burhan Ayeri - Akşam

"Anadolu bozkırına umut" (Ardıç ağacı, ardıçkuşu olmadan çoğalabilecek!)

.
Isparta'nın Eğirdir ilçesindeki orman fidanlığı mühendisleri, yalnızca ardıç kuşunun dışkısından çimlenebilen ardıç ağacını, kimyasal ortamda çimlendirmeyi başardı. Eğirdir Orman Fidanlığı Müdür Yardımcısı Hazin Cemal Gültekin başkanlığında oluşturulan Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Orman Fakültesi'nden bir profesör, bir doçent ve bir doktorla fidanlık personeli beş teknikerden oluşan ekibin, uzun yıllar süren çabaları olumlu sonuç verdi.

Ormancılıkta devrim
Ekip başkanı orman yüksek mühendisi Hazin Cemal Gültekin, bu yıl ilk kez 150 bin fidan ürettiklerini, 1 milyon fidan üretimi için de çalışmalara başladıklarını, birkaç yıl içinde ise yılda 10 milyon fidan üretimini hedeflediklerini söyledi. Dünya ormancılığında bir devrim niteliğinde olan ardıç fidanının çimlendirilmesinin bugüne kadar gerçekleştirilemediğine dikkati çeken Gültekin, şu bilgiyi verdi:

Dünyada ilk
"Ardıç tohumları, yalnızca ardıç kuşlarınca yenilip, dışkı yoluyla atıldığında, dışkı ortamında çimlenebiliyordu. Bugüne kadar başta Rusya olmak üzere birçok ülkenin bilim adamları, ardıç kuşu dışkılarını toplayarak, çimlendirme çalışması yaptı. Ancak, bu çalışmalar yeteri kadar başarılı olamadı. Eğirdir Orman Fidanlığı olarak, ilk kez biz uzun yıllar süren denemelerin ardından, kimyasal ortamda ardıç tohumunu çimlendirmeyi ve bu çimden fidan üretmeyi başardık."

Gültekin, Türkiye'deki orman varlığının yüzde 8'ini ardıç ormanlarının oluşturduğunu, 1 milyon hektar ardıç ormanının ise, yeni ardıç ormanları kurulamadığından ve mevcut ormanlar gençleştirilemediğinden yalnızca muhafaza edildiğini belirtti. Ardıç ağacının çok az su ile kıraç arazilerde yaşayabildiğini ve orman yangınlarına karşı da dirençli olduğunu vurgulayan Gültekin, şöyle devam etti:

Erozyon önlenecek
"Türkiye'deki ardıç ormanlarının yüzde 92'si niteliğini yitirmiş, kendinden beklenilen fonksiyonları yerine getiremez hale gelmiştir. Bunun en büyük nedeni, ardıçların fidan üretim tekniği ve çimlenebilir tohum elde etme tekniğinin bilim dünyasınca ortaya konulamamış olması. Bu yüzden ardıç ormanlarımız daralmaya devam ediyor.

Ülkemizin iç bölgelerinin ormanla kaplı olmamasının nedeni de ardıç fidanının üretilememesinden. İç Anadolu ve Doğu Anadolu'nun kıraç arazilerinde, çok iyi bir yaşam alanı bulabilecek ardıç sayesinde, Anadolu bozkırları ormanlarla kaplanacak. Yüzlerce yıl önce ardıç ormanlarıyla kaplı İç ve Doğu Anadolu'da orman kurmada kullanılabilecek tek ağaç ardıç. Ardıç ormanları İç ve Doğu Anadolu'da erozyonu önleyecek. Ardıç, Akdeniz iklim kuşağında yangına en dirençli ağaç."

100 milyon dolar gelir
Gültekin, Eğirdir Orman Fidanlığı'ndaki ekibin bugüne dek 15 ayrı bilimsel çalışma gerçekleştirdiğini ve bu çalışmaların sonuncusunda tohum çimlendirme oranının yüzde 70'in üzerine çıktığını anlattı. Orman yetiştirme konusunda çalışan bilim adamlarının bunun dünyanın en yüksek çimlendirme oranı ve en ekonomik çimlendirme yöntemi olduğunu kabul ettiğine değinen Gültekin, "Bilim adamlarımızın söylemiyle, ülkemiz ormancılığında, hatta dünya ormancılığında devrim niteliğinde bir çalışma gerçekleştirildi" diye konuştu.

Gültekin ardıç ağacının rüzgâr, kar ve ses perdesi olarak, yol kenarlarında ve kentlerde de kullanıldığını, tıp, alkollü içki, kozmetik sanayi, inşaat sektörü ve mobilya sanayii için de ardıç ağacının çok değerli olduğuna işaret etti. Gültekin, "Yeni ardıç ormanlarının kullanılması ve mevcut ardıç ormanlarında gençleştirme çalışmalarının başlanmasıyla, bugüne kadar işletmeye açılmayan 1 milyon hektarlık ardıç ormanlarından yıllık 100 milyon dolar gelir elde edilebilir" dedi.
.
ALINTI: Radikal

14 Eylül 2009 Pazartesi

"Her Çekirdek, Bir Ağaçtır"

.

.
HER ÇEKİRDEK, BİR AĞAÇTIR
Yazının başlığı her ağacın bir çekirdekten meydana geldiğini anlatmaktadır. Birçoğumuz şunu biliriz veya gözlemlemişizdir, bahçeli bir evimiz var yada bir dönem küçük kasaba veya köyde yaşadıysak yediğimiz çeşitli meyvelerin çekirdeklerini rastgele çevremizdeki toprak alanlara veya bahçeye atmışızdır. Yazın veya sonbaharda yediğimiz meyvelerin toprağa attığımız çekirdeklerinin ilkbaharda küçük fidecikler olarak toprağın altından çıkıp yeşerdiklerini görmüşüzdür. İşte "Her Çekirdek Bir Ağaçtır Projesi" bu temel prensibe dayanmaktadır.

Yani her meyve çekirdeği (diğer çekirdekler de aynı şekilde çimlenmek ister ve bu kromozomlarında bu bilgi vardır) ağaç olmak, dal budak vermek ister.

PROJENİN DOĞUŞ AŞAMASI
Bu proje nasıl ortaya çıktı dersiniz. Bu projenin fikir babası ve sahibi olan ben Op. Dr. Fahrettin Er, Manisa Merkez Efendi Devlet Hastanesinde üroloji uzmanı olarak çalışmaktayım. Hem tıp doktoru hem de fen fakültesi biyoloji bölümü mezunu biyoloğum. Bu biyolog olmamdan dolayı sürekli ormanlarda ve dağlarda boş zamanlarımda yürüyüşler yaparım. Bu yürüyüşler esnasında şunu farkettim ormanlarımız çokça çam ağaçları içermesine rağmen çok az sayıda kuş, tavşan, tilki, sincap gibi hayvanlar içermekte yani ormanlarımız hayvan yönünden oldukça fakirdir.
Bunun sebeplerini düşündüm, temel sebebin ormanlarda hayvanların beslenebileceği ortamın olmadığını yani hayvanların yiyebileceği maddelerin çok çok az olduğunu farkettim. Çünkü ormanlarımız meyveli ağaç yönünden fakir olup genellikle sadece çam ağaçlarından oluşmaktadır.

.
Taşıma suyla değirmen dönmiyeceği için hayvanlar için nasıl bir besin kaynağı bulabilirim diye düşündüm. Araştırmalarımın sonucunda özellikle batı anadolu ormanlarında çokca bulunan,"yabani armut-ahlat-deli armut" denilen ve her türlü şarta uyabilen, çok küçük ve besleyiciliği az meyveleri, olan ağaçları farkettim. Bu yabani ağaçları aşılarsam çok harika, sulu, bol şekerli, iri meyveleri olan armut ağaçlarına dönecekleri için ormandaki hayvanlar için temel besin kaynağı olabilirlerdi.

1997 yılında deneme aşılarına başladım ve sonuçlar olumlu olunca her yıl ocak ve mart ayları arasında aşılamalara devam ettim ve şimdiye kadar yaklaşık 3000 ahlat ağacını aşılayarak armut veren ağaçlara çevirdim.Ayrıca farklı aylarda olgunlaşan armut türlerini her bölgeye karışık aşılayararaktan mayıs ayından kasım ayına kadar ormanlarda armut olmasını sağlayaraktan hayvanlar için besin devamlılığı sağladım.

Geçtiğimiz yıl çok sayıdaki doktor arkadaşımla beraber ormandaki gagalı kuşları ve özellikle sincapları düşünerekten yaklaşık beşbin kadar badem ,ceviz ağaçlarını tohumlarından ektik.
.
HER ÇEKİRDEK BİR AĞAÇTIR PROJESİNİN AMACI
Birinci amaç ormanlarımızda yeterli gıda bulamadığı için çoğalıp yaşayamayan böcekler, arılar, kuşlar, tavşanlar, tilkiler gibi yaşam zinciri birbirine bağlı olan hayvanları ekosistem halinde yaşatmak ve ormanlarımızın ekosistemine katkıda bulunmak. Ünlü bilim adamı Einstain "eğer arıların nesli biterse, insanoğlu yeryüzünde ancak 4-5 yıl yaşayabilir "diyor. Son zamanlarda arıların kullanılan tarım ilaçlarına bağlı olarak hızla azaldığını unutmayalım.

İkinci olarak hepimizin bildiği kardeniz bölgesi ormanlarımız hariç hemen hemen tüm ormanlarımız iğne yapraklı yani reçineli çam ve türlerinden oluşmaktadır, bu durum orman yangınlarında ormanlarımızın çok hızlı yanmasına ve çam kozalaklarının adeta bir yangın bombası gibi bir yangın halinde tutuştuktan sonra yüz metre kadar ileriye fırlayaraktan yangınların sıçrayaraktan ilerlemesine sebep olmaktadır. İşte ormanlara atacağımız ve toprağa gömeceğimiz meyve çekirdeklerinden oluşan ağaçları yayvan yapraklı ve reçinesiz oldukları için bir yangın halinde orman altı bitkisi olsa dahi yangın anında alevlerin ilerleme hızını yavaşlatacaktır ve kontrolu nisbeten kolaylaştıracaktır.

.
Üçüncü olarak "küresel ısınma" tüm insanlığı tehdit eder boyuta gelmiştir. Küresel ısınmanın temel sebebi havadaki karbondioksit oranındaki onbinde 3 veya 4 'lük artışlara bağlıdır. Artan karbondioksit dünyamızın etrafındaki atmosferi bir sera gibi sarıp örtmekte ve dünyamız soğuyamamakta ve ısınan dünyada ilk olarak kutuplardaki buzullar erimekte ve buzuların altından çıkan kara parçaları daha çok güneş ışığını soğurdukları için dünya dahada ısınmakta ve bir fasit daire tarzında ısınma giderek artmakta ve iklimsel değişmeler oluşmakta. Bu küresel ısınmaya sebep olan karbondioksit artışı nelere bağlıdır. Dünyadaki hızlı nufus ve sanayi artışı üretile karbondioksiti artırmıştır.

Ayrıca bu karbondioksiti oksijene çevirecek olan denizlerdeki tek hücreli bitkiler olan fitoplanktonlarda son elli yılda deniz kirliliğine bağlı olarak hızla azalmakta, yine en önemli fotosentez alanları olan yağmur ormanlarınında hızla azalması, havadaki karbondioksiti hızla arttırmakta ve buna bağlı olarakta küresel ısınma hissedilir olaraktan artmaktadır. İşte ormanlara atacağımız her çekirdek çok büyük ağaç olmasada yeşil yapraklı bitki olacağı için karbondioksiti oksijene çevireceğinden küresel ısınmayı azaltıcı etkisi olacaktır.

Dördüncü olarak her ülkenin en önemli zenginliklerinden biriside sahip olduğu hayvan ve bitki çeşitleri ve bunların gen havuzlarıdır. Genleri ile oynanmış bitki ve hayvanlar verimli nesiller vermediği için vahşi olarak doğada var olacak meyve ağaçları zamanla kendi aralarında çapraz tozlaşmalar sonucu daha verimli ve zor şartlara dayanıklı nesiller verebileceğinden atacağımız çekirdekler gen havuzumuzun zenginleşmesi bakımından önemlidir.

Beşinci olarak bu proje maliyeti sıfır denecek kadar az olduğu için katılım çok kolay ve yüksek olacaktır. Katılımın yüksek olması çevre duyarlılığını arttıracağından çok önemlidir. Ve bu proje çok sade olduğu için çok kolay algılanacaktır.

Altıncı olaraktan küçük çocukların meyve yeme alışkanlıkları, çıkardıkları çekirdekler kendilerine ektirilerekten ve bir yıl sonra ektiği çekirdeği çimlenmiş olarak gösterildiğinde kendiliğinden artmış olacaktır.

ÇEKİRDEKLERİN TOPLANMASI VE KURUTULMASI
Yenilen çeşitli meyve çekirdekleri (erik, kiraz, kayısı, vişne, şeftali, yeni dünya, elma, iğde) balkonda pencere kenarında, beton zemin veya kağıt üzerinde iki üç gün gazete üzerinde kurutulur. Daha sonra bez veye naylon poşetler ile depolanır. Depolamanın bez torbalarda olması daha uygundur.
.
.
ÇEKİRDEKLERİN TOPRAĞA EKİLME MEVSİMİ ve ŞEKLİ
Sonbahar da ilk yağmurlar toprağı ıslattıktan sonra nemli toprağa ekilmesi daha kolay olacağı için ilk yağmurların akabinde toplanan çekirdekler ekilebilir. Her çekirdek kendi kalınlığı kadar veya kendi kalınlığının iki üç katı kadar bir derinliğe gömülmesi yeterlidir. Gömülme işlemi ucuna geçirilmiş konik sivri demir uç ile delme gücü arttırılmış sopa veya baston ile çukur açılıp içine bir veya iki çekirdek atılıp ayak ile çukur kapatılarak en pratik ve kolay bir şekilde böyle yapılabilir. Bu şekilde ekilen çekirdeklerin çok büyük bir kısmı ilkbaharda mutlaka çimlenecektir.
Ayrıca sarp kayalık ve derin vadilere ise çekirdekler şöyle ulaştırılabilir. Ağaç çürüğü, humuslu topraktan oluşan TORF ile çekirdekler kaplanaraktan bu çekirdekler yamaç parşütcüleri veya helikopter ile atılabilir. Bu şekilde çekirdekler hem yukarıdan düşünce kırılmamış olur, hem de ilk yağmur damlaları ile dışındaki TORF ıslanınca çekirdeğin çimlenip kök salacağı uygun ortam sağlanmış olur. Böylece paraşüt ile atılan çekirdeklerinde çimlenme ve gelişme ihtimali çok çok artmış olur.

PROJENİN SAKINCALARI VE YAN ETKİLERİ(NE İLİŞKİN ELEŞTİRİLER)
Bazı ormancılar ve çevre bilimciler birtakım eleştiriler yapmaktalar. En önemli eleştiri ormanlardaki bitki florasını bozacağı yönündeki eleştiridir. Şunu unutmamak lazımdır devlet yıllardan beridir zaten tek tip iğneli çam türlerini dikerekten ormanlarımızın ekosistemini bozmuş durumdadır. Doğada hiç mümkün müdür bizim ektiğimiz veya diktiğimiz gibi kızılçam, beyazçam, karaçam serileri görmek. Asla mümkün değildir tabii ormanlar karışıktır.
Burada devletin ormanlara salt tomruk, odun, selüloz olarak bakmasından kaynaklanan bir problam vardır. Oysa ormanlar yaşayan ekosistemlerdir. Bu yüzden bizim atacağımız meyve çekirdekleri ormanların ekosistemini bozacak boyutta olmayacağından bir sakıncası yoktur.

PROJENİN UYGULANMA ALANLARI
Ülkemizin özellikle iç ve batı anadolu bölgelerinde kolaylıkla uygulanabilir. Bu projenin nihai amacı bireysel duyarlılığı arttırıp her bireyi yazın yediği meyvelerin çekirdeklerini ve gerekirse de çam tohumlarını (ve meşe, atkestanesi gibi diğer orman ağacı türlerinin tohumlarını da... BAT) ekebilir hale getirmek. Her sivil toplum kuruluşunu bunu yapmaya teşvik etmek.



TOHUM EKMENİN, FİDAN DİKMEYE OLAN ÜSTÜNLÜĞÜ
Ağaçlandırmanın fidan olarak yapılması hem çok maliyetli olduğu için hem de fidanlar yetiştirilirken daha sunii ortamlarda ve özel toprak ve gübreler ile yetştirildiği için bu fidanlar doğaya dikildiğinde ortama uyumu zor olacağı için bir çoğu kuruyup ölecektir. Ancak tohumdan çıkacak olan fideler çıktıkları andan itibaren doğal şartlarla büyüyeceği için daha dirençli ve daha dayanıklı olacaktır. Üstelik bir fidanlıkta yetişen fidan en az yarım metre toprak derinliği istediği halde ,tohumdan çıkacak olan fidan bir avuç toprakta bile çimlenip kayaların çatlaklarına köklerini salıp gelişecektir.

DÜNYADA DAHA ÖNCE UYGULANMIŞ MI?
Ben bu "her çekirdek bir ağaçtır" projesini yaptığımda çevremdeki birçok insan bana inanmadı ancak iki dönem Manisa Belediye başkanlığı yapan Sayın Ertuğrul Dayıoğlu bana bunun Amerika 'da Florida'da çok güzel bir örneğinin olduğunu kendisinin burayı gidip gördüğünü söyledi. 1870'lerde John adıda bir şerif sorumluluk alanı olan 60-80 km'lik bir alana tüm çevreden topladığı elma çekirdeklerini tüm görev süresince ekerekten o bölgede yüzbinlerce elma ağacının oluşmasına sebep olduğunu ve o bölgeye "elmalar şehri " anlamında Apple Town denildiğini anlattı. Ayrıca Pakistan ve Japonya'da da buna benzer örnekler var.
.

"İçinde Ormanı Gizleyen Tohum"

.
Hani nicedir, hazır Eylül-Ekim de gelmişken şu dünyada dikili bir ağacımız olsun diye çevremizde bulunan park, bahçe, mesire alanı, koruluk, tepelik gibi yerlerden at kestanesidir, meşe palamutudur toplamaya niyetimiz vardı. Niyeti pratiğe de geçirdik sayılır. İş yerinden öğle arası bahanesiyle ayrılıp soluğu zikredilen yerlerde aldık. Elimizde bir poşet, artık vakti gelmiş, toprağa düşmeye hazır veya kendini toprağa çoktan bırakmış "at kestanesi" tohumlarını topladık. Kimi nemli, kimi çamurlu tohumları küflenmemesi için bir güzel kuruttuk. Kuruttuğumuz tohumların da önemli bir kısmını iş yerindeki arkadaşlarımıza "şu dünyada dikili bir ağacın olsun" nüktesiyle "üçer beşer" dağıttık. Kimi pek bir heyecanlandı, teşekkür etti, sorgu, sual ederek nereye, nasıl, ne zaman ekeceğine dair malumat aldı. Kimi verileni yeterli görmeyip daha fazla istedi.

Ne güzel! Hiç olmazsa onca tohumdan üç beşi dikilir ve çıkar da bir tutam yeşillik olur, fide olur, fidan olur; dal sarar, budak atar. Neslini geometrik artışla devam ettirecek ve bir meraklısının vaktini bekleyip altında divane gibi yere düşürdüğü tohumları toplanılan zamanın şahidi bir ulu ağaç olur. Umarız.

Belki de bu tohumcuklara umulanlar olmaz da sokağımızdaki at kestanesinin başına gelenler, ona da uğrar. Çok fiyakalı, Fransız balkonlu, küçük olsun bizim olsun metrekareli, şehir rantından beslenen şişik fiyatlı ve de çok katlı konut inşatının temel eşimi sırasında önce budanır bir kütük gövde kalır, sonra caddeden görünmesini engelleyen yani önünü kapatan birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci katlar çıkar. Katlar tamam olunca kütük gövdenin de ortadan kaldırılma vakti gelmiştir. Çünkü bu kıyımı beş katlı modern "yuva" örtebilmektedir. Zira apartman boşlukları arasında kalan bir kuru kalastan farkı yoktur. Açıktayken budanan kollarına inat çıkardığı üç beş cılız sürgünün yeşillik namına hükmü yoktur zira. Dükkan arkasında kesilen "kaçak hayvan" misali kimsecikler görmeden oluşturulan apartman boşluğu arasında kesiliverecektir. Kesilirken bağıramazdır, çünkü göz aşinalığı yapacak ve yokluğunun hissettirecek alan boyunu çoktan aşmış yüksek katlarla boğuluvermiştir. Evin inşaatına engel olmadığı ve bahçe diye bırakılan bir kaç metrelik boşlukta yaşam savaşı verdiği halde. Olsun, köklerini açıkta koyan temelin üzerine konduğu "yuva" metre kare fiyatı katmerli şekilde çoktan satılmıştır. Şimdi ondan geriye kalansa, geçen sonbahar döktüğü tohumlardan ikisinin balkondaki saksıda suni yaşama geçen bahar "merhaba" deyişidir.

***

Tohum toplamak güzel şey. Yani en azından toplanan şeyin toplanılan şey olması ümidi kadar güzel. Ancak bir o kadar da ilginç. İlginçliği ilginç ve meraklı bakışlarda zahir. Kimilerinin bu merakı yenemeyip "niçin topluyorsunuz?" sorusunun "satmak için mi, hastalık için mi topluyorsun?" şeklindeki aslında onay isteyen ve yargı belirten sorulara dönüştüğü de vaki.
Tohum toplanan ağacın altında hem de yerleşik biçimde oturan yaşlıca adama "evet" demeyi ister miydim, bilmiyorum ancak cevabın "evet, kelliğe iyi geliyormuş, bir de bunu ezip kaynatınca suyunu içiyorsun mideye faydalıymış" olmasını isterdi herhalde. Hiç olmazsa bu doğrulanmamış bilgiyi başkalarına tavsiye ederdi güngörmüş bir bey amca olarak...

"Niye topluyorsun? Satıyor musun?" diye sorana da "Evet, Kadiköy'de Rum bir eczacı var. Ona kilogramı 35 YTL'ye veriyorum" demeliydim belki. Ya da "Japon turistlere veriyorum, bunun çorbasını çok seviyorlar, ülkelerinde yokmuş bu ağaçtan..."

Ancak cevap bunların hiç biri ne yazık ki değil: "Hayır, ekiyorum"

Cevabım tekrar edilerek sorulduğu için tekrar etmekte fayda var: "Evet, ekiyorum"

Cevap kesmemiştir anlaşılan, insanın bunu yapması için mutlaka bir fayda umması gerekiyordur ki, soru devam eder: "Bahçen mi var?"

"Evet, -şimdilik- 800 bin kilometre karelik bir bahçem var. Nereye denk gelirse ekiyorum."

Onca soruya rağmen "maksat" yine de anlaşılmamıştır, biliyorum ama neyse...

* * *

Hazır, Eylül Ekim de gelmişken at kestanelerinin neredeyse tamamı toprağa düşüp kolayca toplanmak üzere bizi bekilyor; meşe palamutunun da daha bir kaç haftası varken bizim de dikili bir ağacımız olsun mu?Ağaçtan yeni düşmüş olanı toplamak durumunda da değiliz hem, bahara kadar süremiz var. İçinde ormanı gizleyen tohumları toplamak ve her yıl trilyonlarca kere trilyonlarcasını çürümeye terk edilmekten kurtarıp hiç değilse bir kaçını toprağın altıyla buluşmak için.

Kimbilir, belki o tohumları yiyen sincaplar, kargalar, kuşlar ve ondan nasiplenen adını, vasfını ve nasiplenme biçimini bilmediğimiz diğer canlılar hatırına..."Belki şehre bir film gelir, bir güzel orman olur, iklim değişir."

Hadi gülümse!..
.
ALINTI: "İçinde Ormanı Gizleyen Tohum"

10 Eylül 2009 Perşembe

Ardıç fidanı üretimi sonuç verdi

.
Eğirdir Orman Fidanlığınca yürütülen ardıç üretim çalışmaları sonucu; J. excelsa Bieb (Boz ardıç), J. foetidissima Wild (Kokulu ardıç), J. oxycedrus L (Diken ardıç),. J. phoenicea L (Servi ardıç), A drupacea Ant.Et Kotschy (Andız) taksonlarının tohumlarına kimyasal işlemler uygulanarak tohumların %70-80 oranında çimlenme sağlanmış, kitlesel fidan üretimi gerçekleştirilmiştir. Fidanlık ve plantasyon tekniği üzerine çalışmalar sürmektedir.

Eğer bozkırın ortasında yalnız kalmış bir orman görürseniz hiç düşünmeden onun ardıç olduğunu söyleyebilirsiniz. Bu kadar güç koşullarda olmasına, tutunacak yeri kalmamasına rağmen hala yaşama direncini yitirmeyen, Anadolu’yu terk etmeyen, yok olsa da en son gitmek isteyen ağaçtır ardıçlar. Anadolu’nun simgesidir. Onunla özdeşleşmiş olan ardıçların bu toprakları terk etmesi buraların artık yaşanmaz olduğunun göstergesidir ki, korkarım bu gerçekleşmek üzeredir. O halde ardıçların bu topraklara dönüşünü sağlamak ona eski itibarını vermek, Anadolu’ya, değer vermekle eş anlamlıdır.

Anadolu uygarlık tarihinde ardıçların çok önemli yeri vardır. Bu uygarlıklar, ardıç ağaçlarının; çürümeye ve kurtlanmaya çok dayanıklı olmaları, suya dayanıklı olmaları, yüksek enerjiye sahip olmaları, ses iletiminin yüksek olması nedeniyle; bina inşaatlarında, kuyu ve sarnıç inşaatlarında, ambar inşasında, bahçe çitlerinde, Müzik aleti yapımında, demir atölyelerinde, ısınmada ve keçilerin beslenmesinde kullanmışlardır. Bu kadar çok kullanım alanının olması onlarında sonunu getiren ana neden olmuş, ardıç ormanları hızla daralmıştır.

Ardıçlar, çok estetik gövde formları dolayısıyla, peyzaj düzenlemelerinde, ekstrem iklim ve toprak koşullarına dayanıklılığı ve yaygın kök sistemleriyle erozyon kontrolü çalışmalarında, çok değerli odunları dolayısıyla da odun kökenli sanayide, aynı zamanda rüzgar, kar ve ses perdelerinde, kullanılan çok yönlü ağaç türleridir. Ayrıca, Ardıçların çeşitli kısımları tıp, kozmetik, gıda sanayi sahalarında ham madde olarak kullanıldığı gibi kozalaklarının içerdikleri karbonhidrat ve yağlar nedeniyle de besicilikte doğrudan kullanılabilmektedir.

Orman alanlarımızın yaklaşık %52.9’u gerek nitelik, gerekse nicelik bakımından kendisinden beklenen ekonomik, sosyal ve kolektif-kültürel işlevlerini tam olarak yerine getiremeyecek konumdadır. Bu alanların büyük kısmında arazi eğimi %15’in üzerindedir. İrili ufaklı bir çok sahadan oluşan bu elverişsiz orman alanlarında toprak, biyolojik aktivitesini yitirmiş ve erozyon tehlikesi altında bulunmaktadır. Bu elverişsiz alanların en azından eski itibarına kavuşturulması, her şeyden önce iklim, toprak ve fizyografik özelliklere ve koşullara uygun, çok amaçlı tür veya türlerle ağaçlandırılması gerekmektedir. Bu nedenle Ardıç türleri, kuşkusuz bu konuda üzerinde durulması gereken en önemli odunsu taksonlardandır. Yine ardıçlar diğer pul yapraklılarda olduğu gibi yangına çok büyük direnç gösterirler.

Ardıçların tohumdan yığınsal üretimi gerçekleştirmede birçok faktör birden ele alınmış ve çözülmüştür. Bu faktörlerin en önemlileri; Dolu ve boş tohumları birbirinden ayırtma tekniği, Kozalaklardaki kimyasallardan kaynaklanan çimlenme engeli, tohum kabuğunda bulunan su ve oksijen geçirimini engelleyen kimyasalların embriyoya zarar vermeden uzaklaştırılması, Embriyonun yeterince gelişmemiş olmasından kaynaklanan engelin giderilmesi, ardıç tohumlarının ekim derinlikleri, ve tohumların çimlenmesi için gerekli sıcaklık değerleridir. Ardıçların üretim çalışmalarında bu etkenlerin aynı anda optimum seviyede olması gerekmektedir. Herhangi bir etken yeterince oluşturulamadığı durumlarda diğerlerinin tamamının optimum olması bir şeyi değiştirmemekte, ya hiç çimlenme elde edilememekte yada yeterli sonuç alınamamaktadır. Fidanlığımız çalışmalarında bu koşullar sağlanmış ve kitlesel üretim çalışmaları hızlandırılmıştır.

1+0 ve 2+0 yaşlı kök kesimi yapılmış ardıç fidanları ağaçlandırma çalışmalarında kullanılabilir standartlara ulaşmaktadır. 1+0 yaşlı fidanlarda kök kesimi uygulaması Eylül ayında bir defa, 2+0 yaşlı ardıç fidanlarında kök kesimi ikinci yılın Şubat-Mart ve Temmuz-Ağustos aylarında olmak üzere eki defa yapılmalıdır. Çıplak köklü ağaçlandırma çalışmalarında 2+0 yaşlı fidan kullanımı, tüplü ve kaplı fidanlarla yapılan ağaçlandırmalarda 1+0 yaşlı fidan tercih edilmelidir. Çıplak köklü fidanların kök kesimi en az 30cm den yapılmalı, dikim çukurları da bu kök sistemine uygun olarak açılmalıdır.

Ağaçlandırma çalışmalarında; yoğun olarak kar turtan alanlarda, taban arazilerde, don çukurlarında, nispeten ıslak alanlarda, kuzey bakılarda yapılacak çalışmalarda kokar ardıç, güneşli ve nispeten su açığı olan alanlarda boylu ardıç, erozyona açık alanlarda diken ardıç kullanılmalıdır. İkinci bir plantasyon tekniği de çimlenme engeli giderilmiş ardıç tohumlarının doğrudan ekim tekniğidir. Bu teknik daha çok toprak işlemesinin mümkün olmadığı kayalık alanlarda uygulanmalıdır. Fidanlık mühendisliğimiz yukarıdaki amaçlara yönelik öncü plantasyon çalışmalarını yürütmektedir.

Evliya Çelebinin Seyahatname’sine göre Anadolu ormanlarla kaplıdır. Bu alanların tekrar eski görünümüne kavuşmasında ardıç fidanı üretiminin başarılmış olmasının büyük katkısı olacaktır.Ardıç ekstrem yetişme ortamlarında yetişebilen birkaç ağaç türünden birisidir ve ormansızlaşma sürecinde sahayı en son terk eden ağaç türü ardıçlardır.
.
ALINTI: AGM

9 Eylül 2009 Çarşamba

Kendisini terk edenlere rağmen Anadolu'yu terk etmeyen kutsal: Ardıç

.
"…Eğer bozkırın ortasında yalnız kalmış bir orman görürseniz hiç düşünmeden onun ardıç olduğunu söyleyebilirsiniz. Bu kadar güç koşullarda olmasına, tutunacak yeri kalmamasına rağmen hala yaşama direncini yitirmeyen, Anadolu'yu terk etmeyen, yok olsa da en son gitmek isteyen ağaçtır ardıçlar. Anadolu'nun simgesidir. Onunla özdeşleşmiş olan ardıçların bu toprakları terk etmesi buraların artık yaşanmaz olduğunun göstergesidir ki korkarız bu gerçekleşmek üzeredir. O halde ardıçların bu topraklara dönüşünü sağlamak ona eski itibarını vermek, Anadolu'ya değer vermekle eş anlamlıdır…"

Hazin Cemal Gültekin, OYM, "Bilim ve Teknik" Dergisi, Nisan 2004

"…Ardıç Ağaçları, yaygın kök sistemleri nedeniyle erozyon kontrolü çalışmalarının, zor koşullara dayanması nedeniyle de aşırı iklim ve toprak koşullarındaki ağaçlandırılma çalışmalarının, değerli odunu nedeniyle de endüstriyel ağaçlandırmalarının ana ağaçlarıdır. Küresel ısınma karşısında oluşacak kurak ve sıcak dönemlerde ülkemizin ormancılığının sigortasıdır. Aynı zamanda yüzlerce yıl karbon depolayabileceklerinden atmosferdeki fazla karbonu kontrol altına alma çalışmalarında kullanılmaya adaydırlar. Ardıç ve servi gibi küçük yapraklara sahip türlerin ölü örtüleri son derece sıkı istiflenme gösterdiklerinden daha olumsuz yanma ortamı oluştururlar."

Hazin Cemal Gültekin, OYM
.
ALINTI: ÇEKÜL

Ardıçkuşu mu! O eskidendi, şimdi adı çöpkuşu...


Tahta kaşıkların öyküsünü biliyor musunuz?

İnternet yoluyla gelen mesajlardan birini paylaşmak istiyorum sizinle. Bilmiyorum beni çok duygulandırdı. Üstelik bilmediğim şeyler öğrendim. İşini severek yapan insanların hangi koşul altında olursa olsun mutluluktan paylarını aldıklarını bir kere daha hissettim belki.

Konumuz tahta kaşıklar. Kimbilir kaçımız sokakta bir sepet içinde tahta kaşık satan birini görmüşüzdür. Ve tahmin ediyorum ki çoğumuz “alt tarafı tahta kaşık” deyip geçmişizdir. Bazı kadınlar teflon tavalarını metal kaşıkla zedelememek için üstelik müthiş pazarlıklar yaparak satın almışlardır bu kaşıklardan.

Peki ama bu kaşıklar hangi ağaçtan yapılır, ne kadar dayanır, insan hayatına ne kadar etki eder hiç düşünmüş müdür? İşte başından geçeni yazan okurun kaleminden bir tahta kaşık ustasının duygulandıran öyküsü;

Ankara’da işim uzamıştı... İstanbul’a dönüş için aldığım biletimi değiştirmem gerekiyordu. Öğle arasında Sıhhiye’deki otobüs yazıhanesine gidip biletimi erteletmek için acele ediyordum. Kalabalıkta koşarak yazıhaneye ulaşmaya çabalarken çarpıştık o yaşlı adamla. Sendeledi; elindeki büyük sepette bulunan tahta kaşıklar, maşalar yola saçıldı.

Zabıtadan kaçıyordu belki

Sanırım o da belediye zabıtasından kaçıyordu. Kısa süren şaşkınlıktan sonra adamın kalkmasına, yola saçılanları toplamaya yardımcı oldum. Heyecanlanmış, rengi solmuş, nefes nefese kalmıştı. Sakinleşmesi için koluna girip yol kenarındaki banka oturmasını sağladım. Savrulan kaşık ve maşaları toplayıp ben de yanına oturdum. Sepetten dağılanları yerine dizip bir yandan da “bırakmıyor şu belediye zabıtaları üç kuruş para kazanalım. Eve katkımız olsun” diyerek söyleniyordu. Tahta kaşıkları dizmesine yardım etmeye çabalarken “Dur hele, şimşir ve ardıç olanları diğerlerine karıştırma” diyerek engel oldu.

“Kaşıklar bir olur mu?”

- Hepsi tahta kaşık işte, ne fark eder?
- Olur mu beyim? Şimşir ve ardıç ile ıhlamur, gürgen bir olur mu?
- Bilmem. Görsem ağaçlarını bile tanımam herhalde. Ne fark var aralarında?

Eline aldığı kaşıklardan birinin sırtını parmaklarıyla okşayarak bana doğru uzattı:
- Ardıç, şimşir sert ağaçtır. Kolay bırakmaz kendini, işleyesin. Zordur ardıçtan kaşık çıkarmak... Ama evlâdiyeliktir. Senelerce kullanırsın. Ihlamur gürgen ise yumuşaktır. Kolay işlersin ama çabuk yumuşar, dayanmaz.

Daha sonra Sivas’ın Hafik ilçesinde çiftçilik yaptığını, sağlık sorunları nedeniyle kızının yanına Ankara’ya yerleştiğini, evin geçimine katkısı olsun diye kaşık ve maşa yapıp işportada sattığını anlattı. Özellikle ardıç ağacının zor bulunduğundan yakındı. Elindeki maşayı eliyle okşayarak
“Ardıç kuşu ağacını terk etti. Bir araya gelmeleri çok zor, artık” dedi.

“Ardıç kuşunu bilir misin?”

Anlamamış gözlerle bakmış olacağım ki açıklama yapma ihtiyacı duydu:
- Beyim, ardıç kuşunu bilmez çoğumuz. Bilenler de unuttu, gitti. Ardıç ağacı yabanidir. Öyle tohumundan üretemezsin, çeliklemeyle de olmaz. Ağacın üremesi meyvelerinin ardıç kuşu tarafından yenilip pisliği ile atılmasına bağlı. Ağacın tohumu ancak o zaman filizlenebilir hale gelir.
- Yani bu kuş olmazsa ardıç ağacı üreyemiyor, öyle mi?
- Evet, aynen öyle. Bunlar biri birine mahkûm sevdalılardı.
- Peki, sonra ne oldu, kuşlar mı azaldı?
- Kuşlar azalmadı, hatta çoğaldılar bile. Ama şehirler büyüdükçe çöplükleri de büyüdü. Kuşlar ardıcın meyvelerini yemektense çöplükten beslenmenin daha kolay olduğunu keşfettiler. Ardıç kuşu ağacını unuttu. Şimdi kentlerin kasabaların çöplüklerinde yaşıyorlar. Ardıç ağaçları ise kayboluyor gözümüzün önünden.

Mezarda da arkadaş

Elindeki kaşığı, diğerlerinin arasına yerleştirdi. Sepetine tekrar göz atıp çıkardığı maşayı bana doğru uzattı:
- Bak bu ardıç. Çürümez, nemlenmez. Eskiden ölüleri gömdükten sonra mezarlara konulurdu. Çürümediği için mezar çökmezdi. Son yolculukta arkadaştı, insanlara. Şimdi kıymete bindi. Mezarlarda yumuşak ağaçları kullanıyorlar.
- Olsun, aynı işi gördükten sonra varsın dayanıksız olsun.
- Şehirliler de hep senin gibi konuşuyor beyim. Herkes ardıç kuşu gibi zahmet çekmektense çöplükten kolay geçinmenin, kolay yaşamanın yolunu arıyor. Ardına bakmıyor. Çocuklarım bile kasabada yanımda kalmaktansa ardıç kuşu gibi şehirde daha kolay yaşandığını görüp uçup gittiler. Sorsan hallerinden çok memnunlar. Ama geride bıraktıklarını bilmiyor, görmüyorlar.

- Sonunda sen de gelmişsin işte şehre! Buradan medet umuyorsun.
- Ama ben ardımda kalanların farkındayım. Şehirde emeğin hiç değeri yok. Her şey bol, kolay ve ucuz. Biraz paran olsun emek vermeden yaşayıp, geçip gitmek mümkün bu şehirde.
- Ne var bunda, şehirler hep böyle?

“Şehirde sevgi yok”

Sustu bir süre. Kafasını sağa sola sallayıp kendi kendine söylendi:
- Sevgi yok beyim. Şehirde sevgi yok! İnsan emeğini sever. Ben bu kaşıkları tek tek elimde yapıyorum. Beğeninceye kadar uğraşıyorum. Kızımın evine katkım olsun diye satıyorum ve bu beni mutlu ediyor. Elimin emeğinin beğenilip bir yerlerde kullanıldığını bilmek hoşuma gidiyor. Şehir insanı ise emek vermediği için sevmesini de bilmiyor. Ardıç kuşu gibi yaşıyor, semiriyor, ürüyor ama geride kalan ardıç ağacının çektiği acıyı bilmiyor, görmüyor... Görse bile anlamıyor.

Bir süre daha konuşmadan oturduk o bankta. Ardıç ağacından yapılmış bir çift kaşık satın almak istedim. Sepetine göz atıp seçtiği kaşıkları gazete kâğıdına sarıp uzattı. Söylediği fiyattan fazla para vermek istedim; ederinden fazlasını almadı. Sepetin ipini omzuna atıp, kucakladı. Helâlleştik. Sıhhiyeye doğru ağır adımlarla yürüyerek şehrin kalabalığında gözden kayboldu.
.
ALINTI: "Tahta kaşıkların öyküsünü biliyor musunuz?" - Can Ataklı / Vatan

Ardıç ağacı, ardıç kuşuna muhtaç olmadan da çoğalabilecek!

.
Anadolu’nun simgesi ardıç ağaçlarının, tohumların sun'î yolla toksinlenmesi sağlanarak tüplerde elde edilen fidanlarla ormanlaşmaya başladığı bildirildi.

Adana Orman Bölge Müdürü Seyfettin Yılmaz, yaptığı açıklamada, günümüzde, nüfus artışı, ekonomik gelişme, hızlı sanayileşme, yanlış arazi kullanımı, yangın ve erozyon gibi sebeplerle ormanların tahrip olduğunu söyledi.

Tahrip olan veya özelliğini kaybeden ormanlık alanların tekrar kazanılması ve çoğaltılmasına yönelik fidan dikimi ve tohumlama çalışmalarının hızla sürdüğünü belirten Yılmaz, bu konuda önemli mesafe alındığını ifade etti.

Yılmaz, olumsuz tabiat şartları dolayısıyla birçok ağaç türünün risk altında kalabildiğini belirterek, ‘’Özellikle rakımı bin metrenin üzerinde olan alanlardaki kızılçam, karaçam, köknar ve sedir ormanları, yerini artık ardıçlara bırakmaya başladı’’ dedi.

Anadolu’nun simgesi olan ardıç ağaçlarının da diğer türler gibi tehdit altında olmasına karşın adeta ayakta kalma mücadelesi verdiğini anlatan Yılmaz, Türkiye’de geçmiş yıllarda 3 milyon hektarı bulan ardıç ağacıyla kaplı alanın 1.1 milyon hektara kadar düştüğünü bildirdi.

Yılmaz, mevcut alanın yüzde 90’ının da orman niteliğini yitirdiğini işaret ederek, şöyle konuştu: ‘’Ülke ormanlarının yüzde 4.5’ini oluşturan saf ardıç ormanlarının doğal süreç içerisinde muhafazası ve iyileştirilmesi ile çoğaltılması, ülkemiz ormanlarının geleceği açısından son derece önemli. Bu nedenle Eğirdir ve Kahramanmaraş-Tekir fidanlığı başta olmak üzere birçok orman fidanlığında laboratuvar ortamında tüpte ardıç fidanları yetiştirilmesine başlandı. Bu fidanlıklardan bazıları da sorumluluk sahamızdaki Saimbeyli ve Niğde’nin Ulukışla ilçelerinde bulunuyor. Bu sahalarımızda, toplanan ardıç tohumları, kimyasal reaksiyonlardan geçirilerek fidan elde ediliyor ve bir süre bekletildikten sonra uygun iklim şartı beklenerek toprakla buluşturuluyor. Tufanbeyli ve Ulukışla ilçelerindeki sahalarda yüzde 60-70 oranında başarı sağladık. Böylece ardıç ağacı popülasyonu ardıç kuşuna muhtaç olmadan çoğalabilecek.’’

Ulukışla Orman İşletme Şefi Bekir Demir de, Türkiye’de korunan türler arasında bulunan ardıç ağacının çoğalması amacıyla yapılan çalışmaların başarılı olduğunu söyledi. Demir, 155 bin kapasiteli üretim sahasında yaklaşık 20 bin fidan üretimi yapıldığını, hedeflerinin ise 70 bin olduğunu bildirdi.
.
ALINTI: Yeni Asya

Istranca ormanlarındaki ağaçlar kesildi, Tekirdağ'ın Saray ilçesini sel götürdü.

.
Ağaçlar kesildi, sel durdurulamadı

Tekirdağ’ın Saray ilçesinde sel sebebiyle 7 kişi hayatını kaybetti. Belediye Başkanı Nazmi Çoban’a göre sel, Istranca ormanlarındaki ağaçların kesilmesinden kaynaklandı. Başkan Çoban, yaptığı açıklamada, dere yatağındaki Istranca ormanlarının kesildiğini, burada hafriyat çalışmaları yapıldığını söyledi. Bu durumun yatağın ekolojik dengesini bozduğuna dikkat çeken Çoban, “Bu yüzden dere yatağından gelen sel suları direkt ilçe merkezini bastı." dedi.
..
ALINTI: Zaman
.







08.09.09 tarihli Tekirdağ Saray ile Silivri, Selimpaşa sel fotoğrafları...
.
09.09.09. Bu da 2010 Avrupa Kültür ve 2009 Sel Başkenti İstanbul'dan bir fotoğraf...
.
FOTOĞRAFLAR: Hürriyet ve Gazeteport

8 Eylül 2009 Salı

Her yıl yüz bin ağaç tohumu gömen kahraman: "Karga"

.
Karga akıllı bir hayvandır.
Ama unutkan...
Unutkan olduğu için sakladığı tohumların yerini hatırlayamaz ve düşünür.
Ben bir dalda düşünen karga gördüğümde, onun sakladığı meşe palamudunun yerini unuttuğunu anlarım.Sağ ayağıyla kafasını kaşır, hatırlayamaz.
Evrendeki müthiş tasarımın, akıl almaz katrilyonca gizeminden sadece birisidir bu. Eğer akıllı karga unutkan olmasaydı, bu ormanlar, bu meşelikler, bu alıç ağaçları, yalçın kayalıkların tepesinde gördüğünüz o incir ağaçları olmayacaktı.

Ama vali karga kadar olamaz.
Ektiği göstermelik "Hatıra Orman"ın kuruduğunu görürsünüz yol kenarlarında.
Karganın ektiği ormanlık alanın ise yakılıp-kesilip, üzerine çirkin kooperatif evleri yapılmasına göz yumdu vali.

Bakan da karga kadar olamaz...
Bir hesaba göre karga yılda yüz bin ağaç tohumu gömer.
Sonra yerini unutur.
Unutunca canı sıkılır.
Ve yüksek kayalıklara çıkıp etrafına bakar ki hatırlasın. O sırada kakasını yapar.

İşte size doğanın katrilyonca gizeminden bir tanesi daha; bir de bakarsınız ki yalçın kayalıklarda incir ağaçları. Bakan bunu yapamadığı gibi, karganın milyonlarca senede ekip yetiştirdiği yeşil alanları peşkeş çeker, satar, yok eder...

Başbakan da karga kadar olamaz...
Karga sakladığı tohumun yerini unutunca aramaya başlar. Ararken eşelediği toprakta, ağaç kabuklarında, dalların arasında rastladığı zararlıları yiyerek temizler, ormanlık alanların temizlenmesini, sağlıklı olmasını, ormanın genişlemesini sağlar bir çeşit.
Başbakan ise, ormanlık alanı kesip ev yapmaktan suçlanan birisidir, bilirsiniz.

Kısacası: Karganın da, unutkanlığının da, kakasının da bir hikmeti vardır.Ama biz daha çok insanoğlunun basiretsizliğinin, akılsızlığının, kötü niyetinin cezasını çekeriz.

Karga kadar olamaz insan...

ALINTI: Bekir Coşkun - Karga / Hürriyet
.
İLGİLİ BİR BAŞKA YAZI: Bekir Coşkun - Yavru Kuşlar Uçamadılar / Hürriyet

Kuraklığa dayanıklı bir başka ağaç: İğde

.

.
Kuş iğdesi (Elaeagnus angustifolia), iğdegiller (Elaeagnaceae) familyasından kışın yaprağını döken çoğunlukla çalı, bazen 7-8 m'ye kadar boylanabilen bir iğde türü. Kısa saplı, dar şerit biçimindeki yaprakları söğüt (veya zeytin) yapraklarına benzer. 4-8 cm uzunluğundaki yaprakların üst yüzü mat-yeşil alt yüzü gümüşi renktedir. Çiçekler 1-3'lü kısa salkımlar halinde gümüşi renkte ve güzel kokuludur. Meyvesi, portakal sarısı ya da kendine has bir renktedir. Kabuğunun altında unlu tatlı kısmı vardır, yenir. Türkiye'nin Doğu Karadeniz dışında hemen her yerinde bulunur. Kuraklığa ve aşırı sıcak ve soğuğa oldukça dayanıklıdır. ALINTI: Vikipedia.com

Anavatanı Rusya olan kumsalda da, deniz kıyısında da, dağ başında da, bozkırda da, çok tuzlu topraklarda da, bol nemli/yağışlı iklimlerde de, yıllık 300 mm yağışlı iklimlerde de (yıllık 300 mm yağmurun altı çölleşme eğilimi gösteren yerlerdir) yetişebilen, -50 c/+50 c aralığında bulunan tüm sıcaklık değerlerine dayanıklı olan süper ağaç. İstenirse çalı olarak, istenirse ağaç olarak yetiştirilebilir. Sanayi ve trafik kaynaklı kirli havaya da dayanıklıdır. ALINTI: Ekşi Sözlük

Tohumdan (olgunlaşmış kırmızımsıkabuklu meyvesinin içinde yer alan çekirdek, ki zeytin çekirdeğine benzer) ve çelikten üretilebilir. Mayıs sonuna doğru açan çiçekleri çok ama çok hoş kokuludur. Belki ıhlamur, hanımeli, akşamsefasından bile güzel!
.







Kuraklığa ya da dönemsel kuraklığa dayanıklı ağaçlar (Ardıç)

.

.
Günümüzde insanlarının çoğunluğu doğadan uzak olarak kentlerde yaşıyor. Onlar için mevsimler sıcak ve soğuk tanımından öteye gitmiyor. Sınırlı sayıdaki park, bahçede ve yol ağaçlandırmalarında ise mevsim farklılıklarını hissettirecek ağaçlar ya yok ya da yeterli sayıda değil. Elbette kentli insan ilkbaharda yeşilin çeşitli tonlarını ve çiçeklenmeyi, yazın çiçeklenme ve meyve oluşumunu, sonbaharda ise yeşil, sarı, kırmızı ve bordonun çeşitli tonlarının değişimini görmesi halinde, mevsimlerin farkına varır. Bu farklılıklar, doğaya ilgiyi artırır, kendi yaşamları dışında da hayatın devam ettiğini gösterir ve onlara yaşama sevinci verir.

Elbette, kent ağaçlandırmalarında tür çeşitliliğine gidilmesini engelleyen bir çok neden var. Bu olumsuzluklar; hava kirliliği, kök gelişiminin sınırlı alanda olması (kuraklık), toprakta yeterli havalanmanın olmaması, suyun, besinlerin yeterli ve düzenli olarak alınamaması. Birde buna ülkemizin kendine özgü iklim koşullarını ve küresel ısınmanın olumsuzluklarını ilave etmemiz gerekir.

Hem olumsuz koşullara dayanıklı hem de tüm mevsimlerde estetik olacak bir çok doğal türümüz bulunuyor. Önemli olan onların farkına varmak ve yaygınlaştırmak. Burada en önemli öğe ülkemizin ekolojik yapısını iyi bilmek.

Ülkemizde kıyı bölgelerinden içerilere doğru denizin etkisi azalır, ilkim karasallaşır, ormanlar yavaş yavaş azalır, bodurlaşır ve biter. Ormanın bittiği, bitki örtüsünün seyrelip bodurlaştığı yerde boz topraklar başlar. Boz toprak verimsiz ve kıraçtır. Buralarda dereler bahar aylarında taşkın, yazın ise kurudur. Taşkın dereler koruyucu örtüsü azalmış, tutunacak yeri olmayan boz toprakları bilmedikleri bölgelere sürükler. Bu yüzden ıslak boz topraklar sakız gibi yapışkandır. Ayakkabılarınızı tutunacak bir dal olarak görür, umutsuzca yapışır, ayakta büyür, insanı yürüyemez hale getirir. Buraların en önemli nehrinin adının Kızılırmak olması tesadüf değildir.

Boz toprakların uçsuz bucaksız alanlar kapladığı; köyün, ağacın, çalının, ayının, kurdun, kuşun hemen her şeyin boz rengi aldığı yer bozkırdır. Buralarda kuşlar üzerine basmadan uçmazlar, hep yürürler. İşte buralarda İran-Turan ekosistemi başlar ve Çin setine kadar devam eder. Bu coğrafyada yağış azlığı nedeniyle toprak oluşumunda kireçlenme süreci egemendir. Buna bağlı olarak alkali reaksiyon gösteren topraklar baskındır. Bunun yanında, Konya Ovası’nın engin bölümlerinde olduğu gibi yer yer çorak topraklar görülür. Çorak toprak beyazdır, tuz kokar. Oralarda bozkır bitkileri dahi yetişmez, sadece tuzcul bitkiler yer alır.

Ülkemizin üçte ikisinden fazlası kurak, yarı kurak iklim kuşağında bulunuyor. Doğu Karadeniz Bölgesi hariç tamamında da dönemsel kuraklık mevcut. Böyle bir ülkede; Avrupalı, Sibiryalı, Karadenizli, Kuzey Amerikalı, tropik bitkileri peyzaj uygulamalarında yoğun olarak kullanırsanız, her tarafta sulama yapmak zorunda kalırsınız. Oysa, ülkemizin su kaynakları sınırlı ve sulama pahalı, birde buna; küresel ısınmayı, hızlı nüfus artışını, hızlı kentleşmeyi eklerseniz kaynaklarımızın ne kadar hoyratça kullanıldığını rahatça görebilirsiniz. Romalılar gibi temizliğine çok düşkün toplumlarda kişi başına günlük su tüketimi 60 litreyle sınırlıyken, günümüz Amerika’sında bu rakam 350 litreye ulaşmış durumda. Oysa, son yarım yüzyılda kişi başına düşen su miktarı yarı yarıya düşmüş bulunuyor. Yer yüzündeki insan nüfusunun artışına, yaşam düzeyinin yükselmesi ve küresel ısınmaya paralel olarak kaliteli su yetersiz hale gelmiştir. İşte bu durumda her şeyin hoyratça tüketildiği bir kültürden daha dengeli ve sınırlı bir tüketime doğru gidilmesi zorunludur.

Ne yazık ki ülkemiz son dört yüz yıldır yeterli düzeyde bilgi üretememektedir. Konu sadece bilgi üretememekle sınırlı kalsa bir dereceye kadar göz ardı edilebilir. Esas sorun bilgi üretemeyen bu toplum Avrupalıların her ürettiği bilgiyi doğru kabul edip uygulamaya sokmasıdır. Bunun en güzel örneği her türlü mimarlık eğitimidir. Müstemlekeci Avrupa kıtasının çoğunluğu büyük depremler kuşağında değildir. Bunun yanında mazlum milletlerden soydukları yüksek parasal güce sahiptir. Bu nedenle de estetik kaygısını ön plana çıkararak mimarlık ve inşaat fakültelerini ayrı ayrı kurmuştur. Onlar için önemli olan estetiktir. Oysa şiddetli deprem kuşağında yer alan iki ülke Japonya ve Türkiye birbirlerine benzer tarihi süreçten geçmişlerdir. Türkiye hiç düşünmeden Avrupa’yı taklit ederek mimarlık ve inşaat fakültelerini kurmuştur. Elbette sonucun fiyasko olduğunu söylemeye gerek yoktur. Herkesçe malum olduğu üzere yel esse yapılan binalar yıkılmaktadır. Oysa Japonya kendi jeolojik yapısına göre eğitim sistemini oluşturmuş ve bunun sonucu mimarlık ve inşaat mühendisliğini tek bir fakültede vermiş önceliğin statik bilgisi olduğunu kavramıştır. Ta eğitimden başlayarak gerçekleşen bu süreç sonucunda en şiddetli depremlerde dahi yıkılmayan binalar inşa etmişlerdir.

İşte buna benzer koşullar peyzaj eğitimi ve uygulamaları içinde söz konusudur. Ülkemizin dönemsel kuraklık hakim çorak topraklarında bilinmesi gereken en önemli şey ekoloji, toprak ve botanik bilgisidir. Ama uygulama aynen inşaatlarımız gibi devam etmektedir. Sonuç da doğal koşullarımız parklarımızı bahçelerimizi zaman zaman cezalandırmaktadır. Bu aynı zamanda kaynak ve zaman israfıdır.

Ülkemizde peyzaj eğitiminde toprak ve ekoloji konularından daha çok bitkilerin çeşitli estetik özellikleri üzerine duruluyor. Peyzaj uygulamalarında sorulan tek soru bu bitki burada donar mı? Yaşar mı? Bu soruya olumlu yanıt alınmışsa mutlaka kullanılıyor. Bunun sonucu kent ve yol ağaçlandırmaları için bitkisel malzeme temin eden yada üreten fidanlıkların hemen tamamı, yarı nemli yada nemli iklim koşullarının hüküm sürdüğü Avrupa fidanlıklarını taklit ederek yoğun su gereksinmesi olan türleri üretmekte yada ithal edilmekte. Bu türler genelde su açığı olmayan yada su açığının kısa süreli olduğu ekolojilerin bitkileri olup yaygın kök sistemlerine sahipler ve organik maddece zengin toprakların ağaçları. Yine onların yetişme ortamlarında topraklar ve sular asit karakterli ve eksik olan şey genelde kireç.

Birde bizim Karadeniz Bölgesinin bir kısmı hariç topraklarımızı ve sularımızı düşünürseniz ne kadar zıt özelliklere sahip olduğunu kolaylıkla görürsünüz. Bu zıt özelliklere sahip ekolojinin bitkileri de farklıdır. Bu farklılıklar yapraklarda (küçülme, sertleşme, tüylenme), gövdede (kabukları kalınlaşma) ve en önemlisi de kök sisteminde görülür. En basit özelliği ile bizim ekolojik bölgemizin tek yıllık bitkileri dışında kalan türlerin çoğunluğu derine giden kök sistemine sahiptirler ve mineral topraktan hoşlanırlar. Elbette Alkali nitelikli topraklarda kolaylıkla yaşayabilirler. Zaman zaman oluşan kavurucu çöl havalarına alışıktırlar.

Günümüz büyük kentlerinin peyzaj uygulamalarında ekoloji ve toprak tamamen göz ardı edilmiş durumda. Katalogdan bakılıp yada Avrupa’ya gidilip doğal ortamında yada fidanlık koşullarında güzel bulunan bitkiler getirilip dikiliyor. Onlardan ilk önce yaşamaları isteniyor, haydi yaşadı diyelim, bu kez de haydi oradaki gibi yapraklarını renklendir yada oradaki gibi çiçek aç deniyor. Bu çaba boşuna, o bitki artık sizin dediklerinizi duymaz ve yapamaz. Belki de içinde son duasını yapmakta yada onu buraya getirip rezil edip güzelliğini ayaklar altına alanlara ilenmektedir. Elbette kentlerde, özel isteği olan türlerde özel alanlara dikilebilir. Bu özel alanda toprak, su ve gerekirse havanın nemi de özel olarak ayarlanır. Biz burada yaygın kent ağaçlandırmalarından bahsediyoruz. Son yıllarda moda yada klasik peyzaj uygulamalarımızın çoğunluğunu en kısa yoldan tanımlamak istersek İstanbul’da muz yetiştirip ihraç etmeyi düşünmeye, biraz acımasız düşünürsek Erzurum’da muz yetiştirmeye benzetebiliriz.

Bırakalım dış kökenli bitkileri, o yörenin doğal yada doğallaşmış bitlilerini kullanırken dahi ekolojiye dikkat etmek gerekir. Konuyu İstanbul’dan ve Konya’dan iki örnekle açıklayalım. İstanbul’da küçücük bir tepeye giderseniz bir çok ağaç ve çalı türü ile karşılaşabilirsiniz. Burada kuzey bakılarda gümüş renkli ıhlamur, kestane, kayın, gürgen vadi içlerinde bu türlere doğu çınarı, bataklık dişbudağı, kızılağaçta karışır ve güney bakılarda ise daha çok meşeleri görürsünüz. Çalı formasyonu incelenirse kuzey bakılarda Avrupalı, Karadenizli, güney bakılarda daha çok Akdenizli bitki türü ile karşılaşırsınız. Bu durum bize peyzaj uygulamamız için ana fikri vermektedir. Konya’da alçak tepeler incelenirse Hiç bir tane Karadenizli, Avrupalı hatta Sibiryalı bitki dahi bulamazsınız. Daha çok Turan ve bir miktarda Akdeniz bitki örtüsü ile karşılaşılır. Dere kenarlarında, veya çeşme başlarında söğüt, karakavak, iğde, dut ağaçlarını diğer alanlarda toprak yapısına ve bakıya bağlı olarak karaçam, bozardıç, diken ardıç, yağ ardıç, üvez, tatar akçağacı, sedir, alıç, ahlat, kuşburnu, karamuk, karagöz ve saçlı meşenin sağlıklı geliştiklerini görürsünüz. Konya’ya düşen yıllık ortalama yağış miktarı 326 mm iken bazı yıllar bu rakam 550 mm’ye çıkabildiği gibi bazı yıllarda ise 150 mm’ye kadar düşer. Yıllık ortalama bulutluluk 5 gündür. Yağış azlığı nedeniyle toprak oluşumunda kireçlenme süreci egemendir. Buna bağlı olarak ta alkalen reaksiyon gösteren topraklar baskındır. Bunun yanında, Konya Ovası’nın engin bölümlerinde yer yer çorak topraklar görülür ve sadece tuzcul bitkiler yer alır. Yukarıdaki ekolojik veriler incelenirse bölgenin zaman zaman çöl ortam şartlarına kaydığı açıkça görülür. İşte buraya geniş çaplı Avrupalı, Karadenizli yada Sibiryalı ağaçları getirip dikmenin bir anlamı var mı?. Doğal ortam senin nereye neyi dikeceğini söylüyor. Bunları getirecekseniz öncelikle toprağı, bir süre sonra buda yetmez suyu, bir aşama sonra buda yetmez ise havayı da oradan getirmek gerekir.

Ülkemizin önemli devlet ve özel sektör fidanlıklarını gezerseniz göreceğiniz şey çoğunlukla ithal ve Avrupa kökenli bitkilerdir. Şuna inanın zaman bu tür fidanlıkların aleyhi işliyor. Bırakalım toprak ve ekolojik verileri mevcut kuraklık şartları buna bağlı kıt sulama olanakları devam ettikçe bu fidanlık işletmeleri pek yakında zarar etmeye başlayacak ve zararlarının boyutları giderek artacak. Belki de bir çoğu işini değiştirmek zorunda kalacak. Hızla ama hiç zaman geçirmeden, sulama gereksinmesi olmayan yada daha az olan, doğal yada uzun yıllar denenmiş türlere dönüş yapmamız zorunlu.

Aslında ülkemiz araştırmacıları tarım ve ormancılıkta olduğu gibi ülkemize yeni giren peyzaj bitkilerini de içeren uzun süreli adaptasyon denemeleri yapmalı ve bunun sonucuna göre hangi kentte hangi bitkiler sorunsuz kullanılabilir bizi bilgilendirmeli. Geçmişte hiç yapılmamış böyle bir çalışmanın öngörülen kısa gelecekte de yapılmasının düşünülmesi olanaklı gözükmediğine göre yapılması gereken ekolojik peyzaj yada doğal peyzaj uygulamaları.

Kalıcı ve uzun süre yaşayabilen ağaçlarla gerçekleştirilecek kent ağaçlandırmaları kent estetiği yanında havadaki karbonu uzun süreli tuttuğunu da unutmamak gerekir.. Havadaki karbonun tutulup bağlanması yoluyla ekosistemde karbon depolanması, karbondioksit gibi sera gazlarının azalmasının bir yolu olarak gözükmektedir. Kanada’nın Biritish Colombia eyaletinde yapılan bir araştırma, yaşam süresi uzun olan ağaçların karbon depolamada esas olduğunu ortaya koymuştur.

Tüm Avrupa kıtasında 11 bin adet bitki türünün bulunmasına karşın ülkemiz tek başına 10 bin bitki türünü barındırıyor. Daha da önemlisi ülkemiz bitki türlerinin üçte biri endemik, yani sadece ve sadece ülkemize özgü. Birde bunlara uzun yıllar önce getirilmiş ve ülkemizin çeşitli bölgelerine uyumlu olduğu anlaşılmış türleri ekleyin. Madem doğal peyzaj uygulamalarına geçmek zorundasın! İnsana sormazlar mı? 10 000 bitki türünden kaç adet kültür formu geliştirdin? Onlardan kaç tanesinin üretim yöntemlerini ortaya koydun? Sanırım bu sorunun yanıtı yaygın olarak ağaçlandırma çalışmalarında (ormancılıkta) kullanılan birkaç türün dışında yok !
.
.
Kent ağaçlandırmalarında o yörenin ekolojisine uygun doğal türlerin yada uyum sağladığı uzun yıllar test edilmiş türlerin kullanılma zamanı geldi ve de geçiyor. Bu çalışmaların ivme kazanması öncelikle bilgi üretimine bağlı. Bilginin olmadığı yerde hiçbir şey olmaz, parkta olmaz bahçede. Aslında her kent için ayrı ayrı peyzaj uygulamalarında denenmiş ve doğal bitkilerin listesi verilebilir. İşte bu listeler üzerinden peyzaj uygulayıcıları amacına göre bitkiler seçebilir.
Hem ağaçlandırma çalışmalarında, hem de kent ağaçlandırmalarında o yörenin ekolojisine uygun doğal türlerin kullanılma zamanı geldi ve de geçmekte. Bu çalışmaların ivme kazanması ancak, toplumun bilinçlenmesi ve araştırıcılara kamuoyu desteği ile mümkün gözüküyor. İşe kentlerimizi, yollarımızı doğal ardıç türlerimizle donatarak başlayabilir, bu ağacın öyküsünü çocuklarımıza anlatabiliriz.

Unutmamak gerekir ki Bozkır insanının yaşamında bozardıç çok önemli olagelmiştir. Ardıç odunu çürümeye, suya, toprağa ve kurtlanmaya en dayanıklı ağaçların başında gelir ve odunu reçine içermez. Bu nedenle, bozkır insanı toprak damlı evlerini bozardıç kerestesi ile inşa etmiş onun içinde yaşamış, öldüğünde mezarlığını bozardıçların altına yapmış ve mezar tahtası olarak da ardıç odunu kullanmıştır. Eğlenmek istediğinde bağlamasını ardıçtan yapmıştır. Yine sabanının demirini, kazmasını, küreğini, baltasını ve silahlarını ardıç kömürü kullanarak imal etmiştir. Hasta olduğunda ardıcın çeşitli organlarını kullanmıştır. Soğuk kış günlerinde hayvanlarını onların yaprakları ile beslemiştir. Oların kutsal saydığı birkaç ağaçtan birisi olmuştur.
İşin ilginç tarafı modern yaşam onlara olan doğrudan gereksinmeyi ortadan kaldırmış genç kuşak bu vefalı ağacın önemini unutmuştur. Geçmişi bozkırdan gelen bizlerin bu ağca vefa borcumuz vardır. Çünkü onların orman varlığı hızla daralmış, kendinden beklenen işlevleri yapamaz duruma gelmiş ve yok olma sürecine girmiştir.

Bozardıç ekolojik olarak da çok önemli işlevler görür. Onlar ormansızlaşma sürecinin en son ağaçlarıdırlar. Onların bu toprakları terk etmesi demek, ekolojik felaketin yakın olduğu anlamını taşır. Sanırım önlem alınmazsa bu durum gerçekleşmek üzeredir. Tüm ulusumuzun bu ağaca vefa borcunu ödenme zamanı zorunlu olarak gelmiştir. Ağaç beni unuttunuz işte yok oluyorum, ancak ben yok olursam sizlerde buralarda yaşayamazsınız demektedir. Artık bu haykırışı duymak bizim görevimizdir.

Şimdiye kadar ardıç ağacının geriye dönüşünü sağlayacak bilimsel veriler maalesef yoktu. Doğal ortamda ardıç ancak ardıç kuşunun tohumları yemesi, ardından da pislemesi toprağa ulaşması ile ancak çimlenebiliyor. Ardıç kuşlarının doğal ortamda sayılarının azalması, geriye kalanlarında, binlerce yıllık birlikteliği unutup, ardıç tohum ile uğraşacağına, insanlaşıp, çöplüklerden beslenmeye başlamaları, ardıçların sonunu hızlandırmış bulunuyor. Ancak son birkaç yıldır Eğirdir Orman Fidanlığında gerçekleştirilen çalışmadan ardıçların tohumdan üretiminde yeterli sonuç alındı ve kitlesel orman kurma çalışmaları başladı. Anadolu bozkırlarına umut niteliğindeki bu çalışmaların desteklenmesi ve toplum tarafından sahip çıkılması, parkların bahçelerin, yolların onunla donatılması sürecin kısalmasında en büyük etken olacak.

Bugün uçsuz bucaksız bozkırların geçmişte de böyle olduğunu düşünmemek gerekir. Bu alanlar insan eliyle oluşturulmuş insan kökenli bozkırlardır. Bunun en iyi kanıtı Evliya Çelebinin seyahatnamesi ve eski toprak evlerin ana inşa malzemesi ardıç keresteleridir.

Ardıçlar ormansızlaşma sürecinde sahayı en son terk eden, ekstrem yetişme ortamlarına en dayanıklı ağaç taksonudur. Yaygın kök sistemleri nedeniyle erozyon kontrolü çalışmalarının ana ağacıdır. çok estetik gövde formları dolayısıyla, peyzaj düzenlemelerinde, ekstrem iklim ve toprak koşullarına dayanıklılığı ve yaygın kök sistemleriyle erozyon kontrolü çalışmalarında, çok değerli odunları dolayısıyla da odun kökenli sanayide, aynı zamanda rüzgar, kar ve ses perdelerinde, kullanılan çok yönlü ağaç türleridir. Ayrıca, Ardıçların çeşitli kısımları; tıp, kozmetik, gıda sanayi sahalarında ham madde olarak kullanıldığı gibi kozalaklarının içerdikleri karbonhidrat ve yağlar nedeniyle de besicilikte doğrudan kullanılabilmektedir. Ardıç ve servi gibi küçük (pul) yapraklara sahip türlerin ölü örtüleri son derece sıkı istiflenme gösterdiklerinden daha olumsuz yanma ortamı oluştururlar. Ülkemizde, yeni gelişen kayak tesislerinin ağaçlandırılmasında kullanılacak en önemli taksondur.

Ülkemizde çok geniş alanlara yayılan ardıçlar, diğer hayvanlarla yayılan türlerde olduğu gibi birbirinden çok farklı genetik çeşitlilik göstermektedir. Bu çeşitlilik onların çok amaçlı kullanımlarını da getirmektedir. Bunlardan en önemlilerinden birisi de, çok farklı form ve renkteki ardıçların park ve bahçelerimizi süslemesi, bu değişik formalardan oluşan kent ormanlarının, yeşil kuşak ağaçlandırmalarının yapılması gerekir. Farklı görünümlere sahip olmaları ve uzun yaşamaları nedeniyle ardıç ormanları anıtsal niteliklerde taşır. Bu nitelikleri nedeniyle biyolojik turizm hareketlerinde, kent ağaçlandırmalarında önemli yere sahiptir. En önemlisi de ardıçlar kültürümüzün bir parçasıdır. Elbette bir gün (ardıçlar için) çöplükler olmayacak. İşte o zaman ardıç kuşları eski dostu ardıç ağacını hatırlayıp geri dönmek isteyecek, işte o zaman aç kalmasın, soyu tükenmesin diye, ardıç fidanı dikmeye başlasak ne kadar iyi olur, değil mi ?

Hazin Cemal Gültekin (OYM)


.
KAYNAK: OGM

Bozkırın umudu, ardıç kuşları

.


Anadolu bozkırlarının yüzlerce yıl önce olduğu gibi yeniden ardıç ormanlarıyla kaplanması en büyük hayalimizdir. İç Anadolu ve Doğu Anadolu gibi kıraç arazilerde çok az su ile yaşayabilecek en uygun ağaç türünün ardıç ağacı olduğunu bilimsel araştırmalar ortaya koymuştur. Fakat ardıç ağacını diğer ağaçlardan ayıran en önemli özelliğinin, tohumlarının doğal yollarla çimlenmesinin mümkün olamamasıdır.

Ardıç tohumlarının ardıç kuşları tarafından yenilmesi sonucu midesinde kimyasal bir reaksiyon görmesi ve dışkı yoluyla toprakla buluşması ile çimlenme meydana gelebilmektedir. Sadece çimlenmesini sağlamakla kalmayıp, ağaç dikmenin imkânsız olduğu, yalçın kayalıklara bile dışkılarını yaparak tohumları oralara kadar taşırlar. Ardıç ağacı ile ardıç kuşları arasındaki bu ilahî ilişki sayesinde, ardıç ormanlarının sürekliliği sağlanabilmektedir.
.
Son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalarla bilim adamlarımız suni yöntemlerle ardıç tohumlarının çimlenmesini sağlamış olmalarına rağmen Anadolu’nun sarp ve dağlık mevkilerine ağaç dikme imkânımız olmadığı gibi normal arazileri de ağaçlandırmanın büyük masrafları karşılamak yerine bu kuşların üremelerini kolaylaştırmalıyız.

Bozkır’ın da dağlık bir araziye sahip olduğunu düşündüğümüzde yeşil bir çevre için tek umudumuzun ardıç kuşları olduğunu unutmayalım. İlçemizin simgeleri arasında bulunan ardıç ağaçlarının doğal yolla yayılması sağlayan ardıç kuşlarının; başı gri, sırtı kahverengi, kuyruğu siyah, göğsü beyaz olup üzerinde damla gibi siyah lekeler vardır. Uzunluğu 26 cm kadar olup, halk arasında “cırrık” veya “culluk” da denilmektedir.

Ardıç kuşları korunma altına alınmasına rağmen, birçok yerde eti için avlandığını bilinmektedir. Bozkır ve civar köylerinde de Tüfekle ve sepetle avlandığı konusunda duyumlar almaktayım. Özellikle sepetle günde 50–60 civarında kuş yakaladıklarını hünermiş gibi anlatanlara şahit oldum. Hatta kaçak yollarla pazara getirip satanlar da olduğunu duyuyorum.

Avlanmanın önüne geçmek amacıyla Orman Genel Müdürlüğü çeşitli faaliyetlerle bilgilendirme çalışmaları yapmaktadır. Fakat konu sadece onlara bırakılacak kadar basit olmadığı ortadadır. İl, ilçe, okul müdürlükleri, belediyeler ve muhtarlıklar vasıtasıyla bu konuda vatandaşların bilgilendirilmesi gerekmekte hatta Müftülüklerimizin de bu konuda cuma hutbeleriyle insanlarımızı bilgilendirmesinin yararlı olacağını düşünüyorum.

—Lütfen! Bozkır’ın umudu ardıç kuşlarını koruyalım
—Lütfen! Ardıç kuşlarını avlayanları yetkililere ihbar edelim.


Orta Anadolu (Bozkır), ormanlarla kaplanabilir mi?

.Kıyı bölgelerinden içerilere doğru denizin etkisi azalır, ilkim karasallaşır, ormanlar yavaş yavaş azalır, bodurlaşır ve biter. Ormanın bittiği, bitki örtüsünün seyrelip bodurlaştığı yerde boz topraklar başlar. Boz toprak verimsiz ve kıraçtır. Buralarda dereler bahar aylarında taşkın, yazın ise kurudur. Taşkın dereler, koruyucu örtüsü azalmış, tutunacak yeri olmayan boz toprakları, bilmedikleri bölgelere sürükler. Bu yüzden ıslak boz topraklar sakız gibi yapışkandır. Buraların en önemli nehrinin adının Kızılırmak olması, tesadüf değildir.
.


Boz topraklarda sert ve soğuk kış aylarının ardından bahar yağmurları başlar. Bahar yağmurları buğday tarlalarına çabucak boy attırır. Yol kenarlarında gelincikler, papatyalar, dağlarda çiğdem, navruz, kar çiçeği gibi soğanlı bitkilerle mevsimlik otlar biter. Tarla kenarlarında madımak, yemlik, kuşkuş, ebegömeci gibi yenebilen otları kadınlar yarışırcasına toplar. Tüyleri kirlenmiş cılız koyunlar, taze çıkmış otları tohum tutmalarına fırsat vermeden hızla tüketir. Baharın sonunda gök donuklaşır, bulutlar kaybolur, rüzgar sertleşir, şiddetli sağanak tüm boz toprakları kaplar, bir daha da yağmur yağmaz. Ekin tarlaları; hardal, turp otu gibi hepsi de sarı çiçekli istilacı bitkilerle kaplanır. Güneş başak tutan ekin tarlalarının üzerinde biraz daha fazla parlar, hava kurur, son su zerrecikleri de toprağı terk eder. Buğday yaprakları önce sertleşir, orta damarlarından başlayarak sararmaya başlar.

Kekik kokan tepelerin üzerinde koyunlar boşuna ot arar. Zira görünürde bacakları dalayan, geven, keçi payamı gibi çalılardan, sağa sola tek tek serpiştirilmiş alıç, ahlat gibi bodur ve dikenli ağaççıklardan ayrı, sadece yavşan otu kalmıştır. Koyunlar bir dahaki bahara kadar yavşan otu yemek zorundadır.
.
Bire beş, en çok bire on veren uçsuz bucaksız buğday tarlalarının ucunda, sanki sonradan varolmuşçasına kıraç tepeler ve tepelerin ardında boz dağlar görülür. Tepelerin eteğinde köyler aniden bitiverir. Toprak damlı, kerpiç duvarlı binalardan oluşan köy 1-1.5 m. yükseklikte bir toprak yığınından ibarettir. Kuru ot, saman kokan köyleri gençler terk etmiş, geride yalnız yaşlılar kalmıştır.

Boz toprakların uçsuz bucaksız alanlar kapladığı; köyün, ağacın, çalının, ayının, kurdun, kuşun, hemen her şeyin boz rengi aldığı yer bozkırdır.
.Ben Kızılırmak kenarında, bozkırın ortasında, doğdum. Köyümüzün dağlarında 7 adet ahlat (çördük) ağacı, 2 adet alıç ağacı, bir de keçilerin bile yemeye cesaret edemediği sağa sola dağılmış karamuk öbekleri, karamuk öbeklerinin bir tanesinin tam ortasında türemiş ardıç ağacından başka ağaç yoktu. Ormansız dağ olur mu'' diye sorardım nineme. Ninem de Olmaz ama oğlum, insanların olduğu yerde her şey mümkün'' diye yanıtlardı. Atalarımızdan kalan toprak damlı evimizin tavanındaki 30-40 cm. kalınlıkta, 15-20 metre boyunda kalem gibi, onlarca yekpare ardıç mertekleri ve direkleri gösterirdi. Bu evin ne zaman inşa edildiğini ben de bilmiyorum, ancak gördüğün ağaçlar civardaki ormanlardan getirilmiş. Şimdi bir tek kök ararsan bulamazsın'' derdi.

Tarihi kayıtlar da ninemi doğrulamakta. Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sinden Ankara çevresinin kesintisiz ormanlarla kaplı olduğunu öğreniyoruz. Ankara savaşında Timur fillerini bu ormanlarda sakladığını söylüyor. İnanılmaz olan sadece 600 yıl sonra bu ormanlardan geriye, içerisinde; akçam, meşe, ardıç, alıç, ahlat ve keçi payamından oluşan 160 hektarlık Beyman kalıntı ormanının kalması. Ayrıca, Frig Kral Ailesi ve asil zenginlerinin ölüleri, ardıç ağacı kütükleri ile yapılmış, mezar odalarını içeren tümülüslerde gömülmüş olmaları Orta Anadolu ormanlarında tahribatın geçmişi konusunda önemli kanıtlardan biri. Daha 280 yıl önce Tourneford, Bursa'dan Ankara'ya giderken, Eskişehir çevresinin güzel ve sık ormanlarla kaplı olduğunu söyler. Bir çok antik kentte yapılan kazılar ve polen analizlerinden elde edilen bulgular, bugün Orta Anadolu'da hiç bulunmayan ağaç türlerinin varlığını kanıtlar.

Orta Anadolu'nun ekolojik verileri incelenirse, bölgenin zaman zaman çöl ortam şartlarına kaydığı açıkça görülür.Var olma ile yok olmanın sınır değerleri arasında yaşayan kurak, yarı kurak ormanlar ve bozkırlar, yoğun insan baskısına maruz kalarak yok olmuş, bunun sonucunda toprak taşınmış, toprağın su tutma kapasitesi en aza inmiş, yüzeysel akış şiddetlenmiş, biyolojik etkinlik en aza düşmüş, kendini yenileyemez hale gelmiş, ekolojik sistem yıkılmış ve insan kökenli olarak ormanlar bozkırlaşmış, bozkırlar ise çölleşmeye başlamıştır.


KAYNAK: Leyla-Galip Aksay  http://libertado.deviantart.com/art/life-in-anatolia-78483915 

Ormanların tutunabileceği bir alt, bir de üst sınır vardır. Akdeniz bölgesinde alt sınır deniz, üst sınır ise dağ kırıdır; bu iki sınır arasındaki orman alanı 2000-2200 metrelik bir ene sahiptir. Orta Anadolu gibi karasal iklime sahip alanlarda ise, ormanların alt sınırı bozkıra dayanır. Ormanın alt sınırında kuraklıktan, üst sınırında ise aşırı iklim koşullarından dolayı ağaçlar tutunamaz. Bu sınırların arasında kalan bölge, bozkırın ve dağ kırının en verimli bölümünü oluştururken, ormanların ise en verimsiz ve hassas bölümüdür.

Orta Anadolu Bölgesinde, Ankara'da olduğu gibi 1000-1100 metrenin, Sivas'ta olduğu gibi 1400 (bazı alanlarda 1600 hatta 1800 metre) metrenin altında bulunan alanlar doğal bozkır bölümünü oluşturur. Bozkırın ormanla birleştiği alt sınır orman tahribatının en erken başladığı yerleşim alanlarıdır. Buralar iyi mera otlarının ve buğdayın yetiştiği alanlar olduğu gibi, insanların ormanla ilgili gereksinimlerini karşılayacak en yakın yerdir. Bu alanlarda yıllık ortalama yağışın 400 mm'nin altında olması, yazların kurak ve sıcak geçmesi, hava bağıl neminin düşük olması nedeniyle buharlaşmanın artması ağaçların yetişmesini engellemektedir. Bu alanda yavşan (Artemisia) ve kekik (Thymus) gibi tek ve çok yıllık bitkilerle, acıpayam (Amygdalus orientalis), çatlı (Paliurus spina-cristi), gövem (Prunus spinosa) gibi bazı çalı ve ağaççık türleri egemendir. İç Anadolu bozkırının en belirgin bitkisi ise yavşan otudur (Artemisia fragnans). Orta Anadolu'da ormanların genişliği 600-1200 metre arasında değişir.

Ormanın üst sınırında yapılan yoğun yaylacılık yukarıdan aşağıya, alt sınırındaki yerleşim yerlerinin gereksinimi sonucu da aşağıdan yukarıya doğru ormanlar hızla daralmış, ardından yok olmuş ve onların yerine aşırı koşullara daha dayanıklı bozkır bitkileri almıştır. Oysa oranın gerçek bitki örtüsü aşağıdaki orman birliklerinden oluşmaktaydı.

Bozkır sınırından, 1400-1500 metre yüksekliğe kadar çoğunluğunu saçlı meşe (Quercus cerris) ve tüylü meşenin (Quercus pubescens) oluşturduğu birliğe çoğu zaman ardıç da (Juniperus) katılır. Meşe veya meşe-ardıç birliğinin içerisine ahlat (Pyrus), alıç (Crataegus), karamuk (Berberis), acıpayam, gövem (Prunus spinosa), kuşburnu (Rosa) ve diğer yabanıl meyveler karışır. Bu birlik, bozkırı 300-500 m eninde bir kuşak gibi sarar.
.


Orman Bakanlığı verilerine göre Orta Anadolu'da 1,622,000 hektar bozkır ağaçlandırılabilir niteliktedir ve bu rakam, ülkemiz genelinde yapılacak ağaçlandırma çalışmalarının üçte birinden fazlasını oluşturur. Orta Anadolu'da yapılan ağaçlandırma çalışmaların çoğunluğu, bozkır ya da meşe-ardıç birliği içerisindedir. Oysa geçmiş yıllarda, bozkır birliğinde meşe-ardıç gibi yöreye uygun doğal türlerin karışımı kullanılarak yapılması gerekirken, akçam, katran (Cedrus libani), salkım ağacı (Robinia pseudoacacia), dişbudak yapraklı akçaağaç (Acer neğundo) gibi türler kullanılmıştır. Bu türlerin hiç biri bu birliğin üyesi değildir. Bu nedenle aşırı kurak veya soğuk yılları takiben bazı türler sahadan hızla çekilmiş veya bodurlaşarak sağlıksız hale gelmiştir. Örneğin Ankara civarında 30-40 yıllık sarıçamlar, Eskişehir civarında 20-30 yıllık akçamlar kuraklığın etkisiyle hızla yok olmaya başlamıştır. Yine Eskişehir yöresinde aşırı soğuk alanlardaki bazı katranlar da 2005-2006 kışında dondan zarar görmüştür. Onların yerlerini alıç ve ahlat ağaçları ile diğer yabanıl meyveler almaya başlamıştır.

Doğal ortamda çalışmak hem zor hem de çok kolaydır. Yapılacak ilk iş doğaya sorular sormaktır. Doğa yalan söylemesini bilmez, ancak dışlanmaktan hiç hoşlanmaz. Doğa sevecen olduğu kadar kurallarına uymayanlara hırçın davranır, gerektiğinde cezalandırır.

Bozkırı çepeçevre saran meşe-ardıç birliğinin, yine meşe ve ardıçlarla ağaçlandırılması, sahalara birliğin diğer türleri olan alıç, ahlat, karamuk, kuşburnu, acıpayam gibi türlerin karıştırılması, katran ve akçamın ise sadece en iyi su rejiminin olduğu derin topraklı gölgeli bakılarda karışıma sokulması gerekir. Bu birliğin üzerinde ise yine doğal türler kullanılarak karışık ormanlar kurulmalıdır.

Elbette bu çalışmaların başarısı meşe, ardıç, ahlat, alıç, acıpayam, iğde (eleagnus), akçaağaç (Acer), üvez (Sorbus) gibi türlerin fidanlıklarda üretilmesine bağlıdır. Orman Bakanlığının ağaçlandırma yaptığı sahaların %60-70'i, Orta Anadolu ya da benzeri alanlardan oluşmasına karşın, yukarıdaki türlerin üretimi geçmiş yıllarda hiç olmamış, ancak son yıllarda yeni yeni yığınsal üretimleri gerçekleşmektedir. Bu sahaların başarılı bir şekilde ormanlaştırılması, öncelikle, meşe-ardıç birliğindeki ağaç türlerinde yığınsal fidan üretimlerinin hızlanmasına bağlıdır. Aksi takdirde onlarca yıl sonra ağaç dikecek toprak bulmakta güçlük çekebiliriz.
.
Tahıl, davar ve sığır bozkırlıdır. Bu nedenle ilk uygarlıklar bozkır-orman sınırında gelişmiştir. Anadolu'da ilk yerleşimler, ticaret ve göç yolları orman bozkır sınırından geçmiştir. Türklerde Orta Asya'dan başlayan göç yollarında bu sınırı yani meşe ve ardıç ormanlarını takip ederek Anadolu'ya gelmişler, ilk yerleşimlerini bozkır-orman sınırına yapmışlardır. Bozkır-orman sınırı otlak hayvancılığı için en uygun yer olduğu gibi, insanların enerji gereksinmelerinin, yapı malzemelerinin de ana kaynağıdır. Binlerce yıldır Anadolu'da kurulan uygarlıklar toprak damlı evler inşa ettiler, madenleri çıkarıp işlediler. Toprak damlı evlerin inşaatında ardıç kerestesi, madenlerin eritilmesinde ardıç kömürü kullanıldı. Seramik atölyelerinde, kireç ocaklarında çamların çıralı odunları, aydınlanmada çamların katranı, binaların ısıtılmasında meşe odunu kullanıldı. Meşe ve ardıcın dalları, meyvelere soğuk kış aylarında hayvanlara ilave besin olarak verildi. En son ve en hızlı tahribat traktörün gelişiyle gerçekleşti. Traktör ve pulluk baskısı meşe ve ardıç ormanlarını kasıp kavurdu, ağaçları köklerinden söktü, bozkırı talan etti. Zaten sınır değerlerde yaşayan kuru orman ve bozkır ekosistemi hızla yıkıldı. Tahrip edilen ormanlık alanlar hızla daha dayanıklı bozkır bitkileri ile doldu, bozkırlaştı. Bozkırlar hızla ortadan kalktı ve çölleşmeye başladı.

Bu bahar, bozkırın ortasında bir vaha gibi yeşeren 3-5 yaşındaki ağaçlandırma sahasını seyrederken hayallere daldım. Karlı dağlar tepelerin arkasından göklere yükseliyordu. Karların hemen altında, fırça gibi çam ormanları başlıyor, onun altında meşe ve ardıç ormanları eteklere, ta bozkır sınırına kadar iniyordu. Sınırda ahşaptan yapılmış iki katlı evlerden oluşan köyler, etrafında dizi dizi ahırlar, öbek öbek ot yığınları vardı. Dağlardan bozkıra kadar ulaşan dereler ta bozkırın içerilerine kadar söğüt ağaçları ile birlikte ilerliyordu. Billur gibi sularda alabalıklar, görünmemek için söğüt gölgelerine saklanıyordu. Uçsuz bucaksız verimli otlakların üzerinde, bir uçtan bir uca gökkuşağı gerilmişti. Bir de ağaçların arasında hiç acele etmeden yürüyen geyik gördüm.



Hazin Cemal GÜLTEKİN
Orman Yüksek Mühendisi
18.02.2008
.
KAYNAK: ÇEKÜL