25 Ekim 2010 Pazartesi

"Tohum mevsimi" çoktan başladı ve bitiyor...

..
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.

Eylül ve ekim, ayı aynı zamanda "tohum mevsimi"dir.

Ağaçlar, yaz boyu yıpranan, tozlanan, rengi değişmeye başlayan yapraklarını dökmeye hazırlanıyor. Kimi ağaçlarsa dökmeye başladı bile...

Dökülen sadece yapraklar değil elbette. Bakıp geçtiğimiz, kimi zaman baktığımız ama görmediğimiz (farketmediğimiz), adını sanını bilmediğimiz onlarca ağaç türünün tohumları (literatürdeki adıyla meyveleri) olgunlaşmış durumda. Parklarda, refüjlerde, kaldırımlarda, sitelerde gördüğümüz bir çok ağaç tohum vermiş (tohumlar dökülmese bile olgunlaşmış) durumda...

İçinde fide, fidan, ağaç ve orman gizleyen ve değerlendirilemediği için büyük oranda yok olan milyar kere milyarlarca tohum yeşil yaprakların arasında olgunlaştığının bir göstergesi olarak kurumuş kapsülleri ve koyu renkleriyle aslında bizi çağırıyor.

Örneğin, akasyanın (baklagiller familyasındaki) tohumu olgunlaştı, fasülye şeklindeki kapsülleri ve içindeki küçük, koyu renkli tohumcuk kupkuru olarak toplanıp ekilmeyi bekliyor. Atkestanesi ise, kahverenginin en güzel tonunu barındıran, parlak dokulu tohumlarını bir iki hafta içinde dökmeye başlayacak. Meşe içinse -tütüne bağlı olarak değişmekle birlikte- eylül sonu veya ekim ayını beklemek gerek. Diğer türler için tohumun olgunlaşma süresi daha uzun veya daha kısa olabiliyor. Olgunlaştığını anlamanın en kolay yolu, tarih/takvim gözetmek yerine, fizikî durumlarını dikkate almaktır.

Ağaç dikmek varken neden tohum?

Elbette ağaç türlerinin tohumunu ekmek, fidanını dikmeye engel değil, engel olmadığı gibi biri diğerine alternatif de değil. Ama fidan (ağaç) dikmek için bir fidanlığa (öncelikle bulmanız gerek tabi) gidip satın almanız gerek. Sonra dikim mevsimini de gözetmeniz, bununla birlikte yetişip büyüyebileceği (korunaklı) uygun bir yer de bulmanız gerek.

Ancak tohum için bunların hiçbirine -gerçekten- gerek yok. Fizikî görünümünden olgunlaştığı anlaşılan ağaç tohumları, dallardan ve/veya dökülmüş ise ağacın altından toplanarak evde, ofiste, terasta, balkonda, pencere kenarında saksıya veya küçük pet bardaklara çimlenmek üzere ekilebilir. Çimlenen ve fideye dönüşen tohum için pet bardak veya saksı ilerleyen zamanda yeterli gelmeyecektir. Bu durumda fide, saksının bir büyüğüne uygun şartlarda alınarak gelişimini sağlıklı sürdürmesi sağlanabilir. Eğer "bonzai" yapmayı düşünmüyorsanız, ilerleyen yıllarda fidan olacak fideyi doğada uygun ortama (bahçe, park, dağ, tepe vs...) dikebilirsiniz.
.Haydi o zaman parklara, bahçelere; dağlara, tepelere; cins cins, çeşit çeşit tohum toplamaya; ister saksıya ister toprağa ekmeye... Adı üstünde "ekim" ayı...
.
TEKRARDA FAYDA VARDIR, 180 KERE BİLE OLSA:
Bugün 1 Eylül ve "Tohum mevsimi" başladı.

"Meke Gölü'nden Meke Çölü'ne!"

.
"Meke, ölüyor suyunu çeke çeke!

.
Konya’nın Karapınar ilçesinde volkanik patlamayla 5 milyon yıl önce meydana gelen kraterin, zamanla dönüşüme uğrayıp su ile dolması sonrasında oluşan Meke Gölü, şu sıralar var olma mücadelesi veriyor.
.
Yakın zamana kadar büyüleyici görüntüsüyle görenleri kendine hayran bırakan ve dünyanın 'nazar boncuğu' olarak anılan Meke, kuraklık yüzünden çöle döndü. Volkanik yapıya sahip göl, tuzlu olması nedeniyle Meke Tuzlası olarak da bilinmekte. Taban suyuyla beslenen ve her mevsim kendisine has güzelliği ile dikkat çeken Meke Gölü, yakın zamana kadar yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı olma özelliğinin yanı sıra onlarca klip, sinema ve reklam filmlerinin de cazibe merkezi durumundaydı. Bundan 5-10 yıl öncesine kadar 200 kuş türünün ürediği ve yaşadığı Meke Tuzlası'nda su seviyesinin düşmesi ve bataklığın artması sonrasında adacıklar oluştu.
.
Son yıllarda küresel ısınma, yağışların azalması, ve bilinçsiz tarım sulaması yüzünden yer altı suları çekildi, gölde yaşayan kuş türleri de burayı terk etti. Öyle ki Meke Gölü, görenleri kendisine hayran bıraktığı ihtişamlı günlerinde her yıl bahar aylarında gelen flamingolara yurtluk yapıyordu. Gölün bataklık hâline gelmesi ve göl içerisinde bulunan sazlık alanın kesilerek yok edilmesinden sonra flamingolar artık Meke'ye gelmez oldu. Yaklaşık 8 yıldan bu yana bitkin durumdaki Meke Tuzlası, barındırdığı onlarca kuş türünün kendisini terk etmesiyle daha bir yalnız."
.

.
"MEKE KRATER GÖLÜ, KONYA'NIN KARAPINAR İLÇESİNDE, SÖNMÜŞ BİR VOLKAN KRATERİNİN SUYLA DOLMASIYLA OLUŞAN VE ORTASINDA ADACIKLAR BULUNAN GÖL. KARAPINAR-EREĞLİ YOLUNUN 7 KM'DEKİ SAPAKTAN 2 KM İÇERDEDİR. GÖL VE BİRİNCİL KRATER ÇUKURUNUN UZUNLUĞU 800 M, GENİŞLİĞİ 500 M DİR. 12 METRE DERİNLİĞİNDEDİR. 4-5 MİLYON YIL ÖNCE (PLEİSTOSEN ÇAĞDA) VOLKANİK PATLAMA SONUCU OLUŞAN BU KRATER (PİROKLASTİK KONİ), ZAMANLA SUYLA DOLARAK GÖLE DÖNÜŞMÜŞ VE DAHA SONRA, GÜNÜMÜZDEN 9000 YIL ÖNCE İKİNCİ BİR VOLKANİK PATLAMA İLE GÖLÜN ORTASINDAKİ İKİNCİ VOLKAN KONİSİ OLUŞMUŞ, ZAMANLA O DA SUYLA DOLARAK İKİNCİ BİR GÖLE DÖNÜŞMÜŞTÜR. MEKE GÖLÜ DENİZ SEVİYESİNDEN 981 M YÜKSEKLİKTEKİDİR. ANA MEKE'NİN ORTASINDA BULUNAN VE SU SEVİYESİNDEN 50 M YÜKSEKLİKTE OLAN VOLKAN KONİSİNDEKİ GÖL 25 M DERİNLİKTEDİR VE SUYU TUZLUDUR. MEKE MAARI 2005 TARİHİNDE RAMSAR SÖZLEŞMESİ'NİN LİSTESİNE DAHİL ETTİRMİŞTİR. ADAYI OLUŞTURAN VOLKANİK KÜTLENİN YAPISI, EN ŞİDDETLİ YAĞMURLARI BİLE HEMEN EMECEK YETENEĞE SAHİPTİR. MEKE'NİN BİÇİMİNİN BİNYILLARDIR BOZULMAMASININ NEDENİ BUDUR. AMA SON YILLARDA KONYA HAVZASI'NDAKİ YERALTI SULARININ BİLİNÇSİZ TÜKETİMİ YÜZÜNDEN YAZ AYLARINDA TAMAMEM KURUMAKTADIR. AYRICA ÖZEL KUŞ ALANIDIR. GÖÇMEN KUŞLARIN TÜRKİYE ÜZERİNDE MOLA VERDİĞİ NADİR DOĞA HARİKALARIMIZDAN BİRİDİR. NE YAZIK Kİ KURUMAYA YÜZ TUTMUŞTUR." ALINTI: VİKİPEDİ
.


.
Meke Gölü'nde Meke Çölü'ne!
.
Dünyada bir benzeri Kanada'da bulunan Meke Krater Gölü, birçok dizi film, klip, reklam ve tanıtım çekimlerine de ev sahipliği yaptı. İngiliz haber kanalı Channel 4 de 2007'de çekimler yaparak iklim değişikliği ve gölün geleceğine yönelik program hazırlamıştı. Meke, Türkiye'nin ilk ve tek çölü Karapınar Çölü'nün de komşusu. Karapınar Çölü'nde 1950'li yıllarda yeşillendirme anlamında dünyanın en başarılı çalışması yapıldı. Çalışmalar resmen çölü kovdu, kum tepeleri yok oldu, insanlar kum fırtınalarından kurtuldu. O tarihten sonra yollar kum fırtınaları ile kapanmadı, insanlar kumda kaybolmadı. Bir zamanlar uçsuz bucaksız çöle bakan Meke, şimdi yemyeşil bitki örtüsüne bakıyor cansız cansız. 'Cansuyu'nu bekleyerek...
.
ALINTI: Aksiyon, (Sayı: 825 / Tarih : 27-09-2010, Fotograflar: Ali Ünal)

1 Eylül 2010 Çarşamba

"Heyelan felaketini, ormanların çay bahçesine çevrilmesi tetikledi"

.
Heyelan felaketini, ormanların çay bahçesine çevrilmesi tetikledi
.
"Rize'nin Gündoğdu beldesinde bir aylık yağmur bir gecede yağınca büyük bir felaket yaşandı. Sel suları ve heyelanlarla adeta çamur deryasına dönen beldede 12 kişi hayatını kaybetti. Rize Tema İl Başkanı Nevzat Öner ise ormanlık alanların çay bahçesine çevrilmesinin heyelanları daha çok tetiklediğine dikkat çekiyor.
.
...Rize Tema İl Başkanı Nevzat Öner, Karadeniz Bölgesi'nin coğrafik yapısı sonucu büyük bir bölümünün heyelan riski taşıdığını belirtti. Ormanlık alanların çay bahçesine çevrilmesinin heyelanları daha çok tetiklediğini dile getiren Öner, "Yüzde yüz eğim olan alanlarda çay tarımı için teraslama yapılması sonucu buralarda oluşan su yükünü toprak taşıyamıyor. Bu da heyelanları doğuruyor." dedi.

TAŞ OCAKLARINDA ATILAN DİNAMİTLER SU YOLUNU DEĞİŞTİRDİ
Bölgede faaliyette bulunan 30'a yakın taş ocağında atılan dinamitlerin oluşturduğu sarsıntılarla su yollarının değiştiğini anlatan Öner, oluşan büyük çatlak ve toprak açılmaları sonucunda heyelanların arttığını aktardı. Öte yandan Karadeniz Sahil Yolu üzerinde yaşanan heyelanlarda da yol yapımı esnasında oluşan büyük yarların etkili olduğu aktarıldı."

ALINTI: Zaman

* * *

İnsan faktörü sorgulanmalı

TEMA Vakfı Rize Temsilcisi Nevzat Özer, Doğu Karadeniz'de son yaşanan afetin ne bir başlangıç ne de son olduğunu belirterek,

"Afetlerin 1950'li yıllardan sonra hızlandığı, bölgedeki doğal özelliklerin yüz binlerce yıldır bu şekilde olduğu gerçeğinden hareketle insan faktörünün etkileri sorgulanmalıdır.

Yeşil örtünün tahribi, ormansızlaşma, açılan arazi yolları, yanlış tarım uygulamaları, çarpık kentleşme, dere yataklarının ıslah edilmemesi gibi nedenlerle sık sık sel ve heyelanların yaşanması kaçınılmazdır. Yanlışımızdan dönmediğimiz ve önlem almadığımız sürece bu tür felaketlerin sonu gelmeyecek, aksine daha sık aralıklarla ve daha şiddetli olarak karşımıza çıkacaktır. Bu afetlerde hayatlarını kaybeden insanlarımızın ve akıp giden canlı verimli topraklarımızın telafisi mümkün değildir. Toprak üretilemeyen bir kaynaktır ve oluşumu için binlerce yıl gerekmektedir.

Doğal ormanlardaki yasal ve yasa dışı kesimler önlenmeli, bölge ormanları sahip oldukları fonksiyonel değerleri ile koruma amaçlı orman olarak değerlendirilmelidir. Çaylık alanlardaki genişleme durdurulmalı, yüzde 50'den fazla meyilli arazilerdeki çay alanlarının ormana dönüştürülmesi teşvik edilmelidir. Köy yollarının güzergah seçimi heyelanlar dikkate alınarak yapılmalıdır. Çay bahçelerinde fazla suyu akıtıcı kanallar yapılmalıdır. Dere yatağı, menfez, köprü gibi yapılar, 100 yılda bir gelecek maksimum debi hesaplanarak yapılmalıdır. Taş ocakları etkin bir şekilde denetlenmelidir. İlin heyelan haritası çıkarılmalı, sel ve heyelanların yerleşim alanları ve altyapılarla ilişkisini düzenleyen master plan hazırlanmalıdır. Bu planda afet bölgesi olarak belirlenen alanlar devletçe boşalttırılmalıdır. Hiçbir şekilde imar, mera ve orman affı yapılmamalıdır.''
.
ALINTI:
Cumhuriyet

31 Ağustos 2010 Salı

EN ÜST DÜZEYDE İTİRAF: "Heyelan, ağaçları kesip orman arazisini çay bahçesi yaptığımız için oldu."

.

.
"...Buralar daha önce ağaçlıktı. Ağaçlığı çaylık alana çevirince erozyon meydana geldi..."

"...Bir Rizeliysen, Rizeli olarak veya Trabzonlu olarak burada yağmurun olup olmamasını bırak heyelanın olmaması diye bir sorun var mı Rize'de ve Trabzon'da? Niye? Bunun tek nedeni var arkadaşlar. Ormanlar hakkını alır, dere yatağında akar, bunu unutmayın. Bakın burada da aynı şeyi görüyoruz. Ben çocukluğumuzu biliyorum. Bizim orman olan yerlerimizi biz ne yaptık? Ormandan çıkardık, çaylığa dönüştürdük. O zamanlar evlerimizin altında ahırlarımız vardı, o gübreleri kullanırdık. Ama daha sonra biz bu gübreleri ne yaptık? Tamamıyla evlerimizin altını boşalttık ve Avrupa gübresi dediğimiz kimyasal gübreyi kullanmaya başladık. Kimyasal gübreyi kullanmaya başladıktan sonra toprak adeta bir balçığa dönüştü. Şimdi bu tür yağmurla bütünleştiği anda toprak ne oluyor, adeta bir balçık olarak, adeta su noktasında çok daha katı bir şekilde bir bulamaç gibi akıp geliyor. Bunları gördünüz. Akan yerlere bakın, çaylıklar. Ağaçların olduğu yerlere bakın, orada bir direnme var çünkü erozyona karşı en büyük tedbir nedir? Köklü ağaçlardır ama çayın kök noktasında öyle bir yapısı yok.''
.
-Recep Tayyip Erdoğan / Başbakan-
..

"Doğal arsız"

.

.
"Doğal arsız


İstanbul’da, mesela Tuzla’da “sel felaketi” oluyor. “Doğal felaket” ya, “doğal”, yani normal sayılıyor. Oysa “anormal arsızlık” dereleri yutmuş. Dere yataklarını değiştiren inşaatlar, dere yatağı dolduran molozlar, dere yatağına kusan arsızlar!
Rize’de sel felaketi oluyor. “Tabii afet” ya, “tabii”!
Bakan koşuyor, koşan bakıyor, “vah vah çok üzüldük 12 canımıza”. Gündoğdu bir anda Pakistan oluvermiş ama “doğal”!
Oysa Karadeniz epeydir usanmaya başlamış.
HES denen hidrolektrik santral furyası; kimi gizli gizli, sinsi sinsi.Ağaçlar kesiliyor, dere yatakları saptırılıyor, sapıttırılıyor; molozlar yatakların bağrına kusuluyor.
Ama felaket doğal! Doğanın öfkesi ile insanın arsız doğası birbirine karışıyor.
Kendi yurdunu yağmalayan, kendi toprağını yutan, kendi deresini kurutan, kendi sonunu hazırlayan, kendi hayatını çürüten bir arsızlık humması. Arsızlığın temel şartı; duyarsızlık, umursamazlık.
Doğasını korumak isteyenleri hor gören; yağmanın kod adını sözde büyüme, kalkınma koyan bir küstahlık seli.
İsyan eden doğaya karşı boynu bükük gibi duran, ama arsızlığa isyan eden insanı “Herkes aklını başına alsın” diye tehdit edebilen bir “çevre ve orman” bakan körlüğü.
Habertürk sitesindeki bir okur yorumuyla insanlara ve doğaya başsağlığı dileyeyim:
“Şu ana kadar bu habere 28 yorum yapılmış. FB ve GS ile ilgiliyse 400 küsur yorum var. Ne milletiz ama! Neysek oyuz. Neyi hak ediyorsak onu yaşıyoruz. Durum budur.”
.
..."
.
Umur Talu - Habertürk

26 Ağustos 2010 Perşembe

Hayvanlar için de bir kap su!

.
.
Konuyla ilgili diğer görselleri edinmek için tıklayınız.

Seyfe Gölü kurudu!

.


Seyfe Gölü uzaktır...

Gölün suyunu kestiler. Şimdi "Niye kurudu?" diye düşünüyorlar.

Göle su sağlayan havzanın suyunu kanallar açarak ve çok para harcayarak kuruttular.

Şimdi arada bir gidip bakıyorlar:

"Göl niye kuru?..."

*

Seyfe Gölü, Anadolu bozkırının ortasındadır.

Her sonbahar Rus steplerinden gelen milyonlarca flamingo, balıkçıl, yaban kazı, yeşilbaşlar bu gölde toplanırdı. Orası büyük göç yolu üzerinde toplantı yeriydi.

Ve benim görüp áşık olduğum, sevdamdı Seyfe Gölü... Ama artık yok...

Kaç senedir kuşlar uzak yoldan bulut bulut yine geliyorlar, gölün üzerinde daireler çize çize dönüp duruyorlar. Tıpkı depremde yıkılmış bir kentin, canlı kalmış fertleri gibi çığlıklar ata ata... Ve gidiyorlar...

*


.
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Coğrafya Bölümü yüksek lisans öğrencileri, Seyfe'yi kurtarmak için yollara düştüler; Gökhan, Okan, Muhammed... Prof. Dr. Murat Türkeş'in danışmanlığında adeta çırpınıyorlar.

Devlet adamlarının ayıplarını yüzlerine vura vura...

Ağlamaklı köylüler onlara, "Niye geç kaldınız, otuz sene önce neredeydiniz?" dediler, ama geçlerin en büyüğü 24 yaşındaydı...

Proje Koordinatörü Hülya Çeşmeci, Seyfe'nin son halinin fotoğrafını getirdi; suyun yerinde bir beyaz toz var...

Ölmüş Seyfe...

Akademisyenler o beyaz tozun, çevre insanında yoğun kansere yol açmakta olduğunu tespit ettiler...

*

Sadece göl ölmüyor... Sadece gölün kuşları da ölmüyor... Göl öldüğünde, kendi insanını da yok eder... Kuşlar gibi çekip gidenler giderler... Kalanlar yaşayamaz...

Sonuçta; bir avuç genç yaşatmak istese de, yüzlercesi gibi Seyfe de devletin koltuklarına oturmuş aptalların elinden kurtulamadı...

Bilgisizliğin, görgüsüzlüğün, açgözlülüğün, hırsızlığın, yağmacılığın, bedavacılığın öbür kurbanı tam 300 sulak gibi...

Seyfe; gözlerden uzak ölürken, onun öyküsü, bu verimli-güzel yurdun nasıl yok edildiğinin en kısa hikáyesidir belki...
.
ALINTI: Bekir Coşkun - Hürriyet
.
.
[SEYFE GÖLÜ. KIRŞEHİR'İN 35 KİLOMETRE DOĞUSUNDA BULUNAN SIĞ SEYFE GÖLÜ, 15 KİLOMETREKARELİK BİR ALANI KAPLAMAKTADIR. DENİZDEN 1.080 METRE YÜKSEKLİKTE OLAN GÖLÜN BULUNDUĞU SEYFE OVASININ TAMAMI 152.200 HEKTARDIR. BUNUN 1550 HEKTARI GÖL, 9700 HEKTARI GEÇİCİ BATAKLIK, GERİYE KALANI İSE TARIM ALANIDIR. GÖLÜN DERİNLİĞİ, İÇERİYE DOĞRU 200 METRE İLERLEDİKÇE 4–5 METREYİ BULMAKTADIR. EN DERİN YERİ 10 -12 METRE ARASINDADIR. YAZIN SUYU İYİCE AZALAN SEYFE GÖLÜ'NÜN KIŞ AYLANNDA BOL YAĞIŞ NEDENİYLE KABARDIĞI VE ETRAFININ BATAKLIĞA DÖNÜŞTÜĞÜ GÖRÜLÜR. KAPALI HAVZA OLDUĞU İÇİN SUYU, DURDUKÇA TUZLANIR. BU NEDENLE TOPRAK ÇORAKLAŞIR. TUZLU SUYA SAHİP OLMASI NEDENİYLE TEKEL İŞLETMESİ TARAFINDAN TUZ İŞLETMELERİ AÇILMIŞTIR. SEYFE GÖLÜ, DÜNYADA NESİLLERİ AZALAN FLAMİNGO KUŞLARININ KONAKLADIĞI BİR YERDİR. 600 BİNDEN FAZLA ÇEŞİTLİ TÜRDEN KUŞLARIN BULUNDUĞU BU ALAN MİLLİ PARK ALANI HALİNE GETİRİLİYOR. AV MEVSİMİNDE AVCILAR TARAFINDAN VURULAN BU KUŞLARIN NESİLLERİNİN AZALMAMASI İÇİN ÖNLEMLER ALINIYOR. 50 AYRI KUŞ TÜRÜNÜN KULUÇKAYA YATTIĞI, 182 KUŞ TÜRÜNÜN BARINDIĞI "KUŞ CENNETİ" NE YAKLAŞIK 25 KUŞ TÜRÜ DE GÖÇ SIRASINDA UĞRAMAKTADIR. MUCUR'A 20 KİLOMETRE OLAN TEKTONİK GÖL NİTELİĞİNDEKİ SEYFE GÖLÜ NÜN BATISINDA SEYFE VE GÜMÜŞKÜMBET, DOĞUSUNDA KIZILDAĞ VE KARAARKAÇ, KUZEYİNDE MALYA DÜÇ, GÜNEYİNDE YAZIKINIK VE BUDAK KÖYLERİ BULUNMAKTADIR. SEYFE GÖLÜ, ARALIK 2006'DA KURUMUŞTUR.] VİKİPEDİ
.
Ne yazık ki "Türkiye gün geçtikçe kuraklığa teslim oluyor..."

29 Temmuz 2010 Perşembe

Rahim Demirbaş'ın bozkırlarda yankılanan sessiz çığlığı...

.
"Orman ve çevre nasıl korunur?


Bu başlığı dikkat çekmek için koydum, yoksa bir uzman edasıyla bu konuda akıl verecek değilim. Ama insanımıza temiz ve doğal çevre bilinci verilmeden, herkesin yeşili ve çevreyi kendi öz mülkünü, bağını bahçesini korur gibi korumayı vazife bilmelerini sağlamadan bu değerlerin korunamayacağını biliyorum.

Benim dikkat çekmek istediğim olay, bir vatandaşımızın yıllardır emek vererek dikip yetiştirdiği bir küçük ormanın korunması ve bunun için yapılacak küçük bir yardımla ilgilidir. Başkaları orman yakarken, ormanlık alanlara evler kurarken, tarla açarken toprağında orman yetiştiren bu vatandaşın örnek faaliyetini, Değerli Çevre ve Orman bakanımızın veya Tarım ve Köyişleri bakanımızın küçük bir himmet ile desteklemeleri teşvik edici olacaktır.

Konya-Ereğli-Beyören köyünden, emekli matematik öğretmeni Rahim Demirbaş'ın mektubunu dikkatlere sunuyorum:

"...Değerli hocam,benim sıkıntım bitmez,tam bu yıl düzlüğe çıktım derken Allah'ın emrine şükür bu defa da kar yağışlarının azlığı ve sıcaklar benim suyun canını çekti. Ben de durumumu Mektup yazarak Cumhurbaşkanıma, Başbakanıma, Orman ve Tarım Bakanıma anlattım. Bu (aşağıdaki) mektup acaba beni suçlu duruma düşürür mü? İlgilenirseniz mutlu olurum.
Saygılar sunar...

"Ülkemizin büyük sorunları ile uğraşan sizleri rahatsız etmek istemezdim ancak çaresiz kaldım. Ben Türkiye'nin en fakir köylerinden birinde 1940 yılında dünyaya gelmişim.

"Köyümüze ilkokul 1956'da açıldı, dışardan ilkokulu bitirerek üniversiteyi köyümde ilk okuyan benim.43 yıl öğretmenlik 25 yıl dershanecilik yaptım Ereğli'de binlerce öğrenci okutup bunları Öğretmen, Doktor, Profesör ve mühendis .... olmalarında aracılık ettim. İçkim, sigaram, kumarım, gece hayatım yok, siyasetle de aram yok.


Çevrem sever, sayar, pek çok fakir çocuğun ücretsiz olarak dershanede okuyup istikbal sahibi olmasına da aracılık ettim.

"1998 yılında köyümde dağlık ve içinde üretim yapılmayan topraklar satın alıp orman oluşturmaya başladım. Eğer bu erozyona uğramış, suyu, yağışı az topraklarda orman oluşturulursa bu örnek bir model olur diye düşündüm. Bu güne kadar yani 13 yıldır güzel netice aldım. Kendi arazilerimin içerisinde bulunan sızıntı suları drenajla toparlayıp yaptırdığım 6 adet havuzda biriken suları diktiğim ağaçlara cankurtaran suyu olarak veriyordum. İki defada kuyu denedim 144 metreye inildi ancak istenen sonucu alamadım.


"Bu yıl kar yağışının azlığı ve hava sıcaklığının yüksek olmasından dolayı da yaşayan 22 000 ağaç kurumakla karşı karşıya, eğer 2000 m 110 luk boru temin edebilirsem kooperatif kuyularından su taşıma imkânım olacak.


"...şu an elimdeki bütün birikimim bitti, bankalardan krediler aldım, kredi alma imkanım da kalmadı. Çevrem beni varlıklı biri biliyor, kimseye de derdimi anlatıp onların iyi niyetlerini istismar edemem.

"Devletime; Büyük devletimin yetkililerine derdimi anlatıyorum. Bana 2000 metre boru verilmezse veya devlet gücüyle bir kuyu kazılmazsa emeklerim zayi olacak.


" 22.000 (yirmi iki bin) Şirine Ferhat olunuz Efendim, sizin kolunuz uzun olayı yerinde tetkik ettirebilirsiniz. Ne olur isteğimle ilgileniniz. Saygılar sunarım. Allah ömrünüzü..."


Hayrettin Karaman - Yeni Şafak

9 Temmuz 2010 Cuma

18 Mayıs 2010 Salı

"Karga"

.
Evimizin arka bahçesine karganın gömdüğü ceviz büyüyüp ağaç oldu, bu sene ilk meyvelerini verdi.
Eminim bu sonbaharda, bu ağaçtan alacağı cevizleri de götürüp başkabahçelere ekecektir... Arada bir gelip eseri cevizin dallarına konuyor.
Ben aşağıda, o yukarıda bakışıyoruz, aramızda bir sorun var..
Acaba ceviz ağacı hangimizin?..
Bence onun...
Karga her sabah dallara tünüyor.
“Gak” deyip bir süre susuyor...
Başını yana yatırıp tek gözü ile aşağı bakıyor, daha doğrusu karşılıklı bakışıyoruz...
Ona, “Cevizi yanlış yere ekmişsin usta...
Yolun ortası yerine biraz kenara ekseydin...” diyorum içimden...
Belki o da bana, “Senin ektiğin ağaçlardan bir teki olsun tutmadı ya” diyordur...
Bu doğru...
Oysa çok özenli, çiçekli eldivenler çizmeler giyerek; en iyisinden hortumlar, makaslar, kovalar, suni gübreler, çiçek vitaminleri alarak ağaç fidelerini alıp ektim...
.
Bir teki tutmadı...
Gelen misafirlere o gün ektiğim ağacın tarihi sürecini, coğrafi özelliklerini, fizyolojik ve dokusal yapısını ayağa kalkarak anlattım...
Muhterem karım her zaman “Ihlamur ağacı da ektin, onu da söyle” dedi...
Ya da: “Hadi fidanın etrafında nasıl dönerek toprağı bastırdığını da göster...”
Misafirler giderken arkalarından bağırdım:
“Bir de huş ağacı vardır...”
Sularını zamanında vermek için saat kurdum, dolu yağdığında şemsiye bile tuttum ektiğim ağaçlara...
Bir teki olsun tutmadı... Karga ekti, tuttu...
Sabahları dala konuyor, bakışıyoruz...
Bu ağaç onun...

ALINTI: Bekir Coşkun - Habertürk

28 Ocak 2010 Perşembe

"Turnalar gelemediler..."

.
Milas - Tuzla sulak alanına bu sene flamingolar gelmediler.
Her sene kış başlarında birer pembe bulut gibi gelirdi flamingolar.
Uzun bir göç yolculuğundan sonra, yurtlarını görünce, sevinç çığlıkları ata ata dönerlerdi gölün çevresinde...
Sonra bir şölen başlardı, uça-kona, danslı, şarkılı...
Flamingolara Anadolu'da "allı turna" denir.Anadolu ozanları "allı turnalara" hep sevgiliye-sılaya selam götürme görevini verdiler...
Tutsak olduklarında flamingoların al rengi beyaza dönüşür.
Bu onlara renk veren doğadaki karoten maddesinin azalmasından olsa da, tıpkı teslimiyetin beyaz bayrağı gibidir bu...
*
Flamingolar bu sene gelmediler.
Çünkü müteahhit gelmişti, dozeri-kepçesi ile gölün kıyısında artık çirkin kutu kutu evler vardı...
Kuşların yuvasının üzerinde şişman iki adam, küçük bir topu deliğe sokmak istiyor, sokamıyordu...
Golf sahası...
Tel çekip çamaşır asmışlardı...
Bomboş arazinin göl tarafına yapılmış dört katlı apartmanın balkonunda dişini kurcalayan birisi, "Kuş cenneti manzaralı daireler" ilanının henüz etkisinde, havaya bakıyordu, ki kuş manzarası hani...
*
"Allı turnalar" bu sene gelmedi...
Çünkü; kuş yuvalarını dahi satan yerel yönetimler...
Görgüsüz-saygısız yap-satçılar...
Para için her türlü "olur"u veren bilim adamları...
Duyarsız valiler-kaymakamlar geldiler sulak alana...
Ve dünyayı sadece kendisinin sanan...
Doğayı yok ederken aslında kendisini yok ettiğinin farkında dahi olmayan ahmak insanoğlu geldiği için oraya...
Flamingolar gelmediler...
Belki hiç gelmeyecekler...

ALINTI: Bekir Coşkun - Habertürk

"Derelerin çığlığı..."

.
Şu yağan kar...
Tanrı su depolarımızı dolduruyor.
Yüksek yerlerdeki karlar ilkbahardan başlayarak yaz boyunca eriyecek... Dağlardan inen dereler çevrelerine hayat vererek, milyarlarca canlıya yaşam alanı sağlayarak akacaklar...
Bu kar onun için...
Hayatın şifresi, ilk kar tanesine yazılarak gönderildi derler.

İyi de hayatı yüce dağlardan alıp yaylalara, ovalara, tarlalara, ormana, oradan denize taşıyan derelerin başına bir çorap ördüler ki...
Dereleri satıyorlar...
Tam 1601 hidroelektrik santralı kuruyorlar derelerin üzerine. Şu ana kadar 673 tanesine lisans verildi.
Bu derelerin makinelerle tarumar edilmesi, önlerine dev beton duvarlarınçekilmesi, doğalarının bozulması, sıcak mevsimlerde yataklarının kuruması,içlerinde yaşayan balıklardan, çevrelerine verdikleri hayata kadar her şeyin yok edilmesi, iktidar yandaşlarının derelerin suyundan ceplerini doldurmaları, ama derelerin yok olması demek...
Bir katliam bu...
Cinnet...

Sadece Trabzon derelerinin üzerine 119, Rize’de 64, Giresun’da 87, Gümüşhane‘de 30 tane santral kuruluyor.
Derelerine sahip çıkmak isteyen vicdanlı iyi insanlar ayaklandılar.
Erzurum Aksu’da, Ordu’da, Antalya’da, Amasya’da derelerinin başında “yardım” çığlıkları atıyorlar...
Muğla’da kendilerini ağaçlara zincirlediler kadınlarerkekler...
Artvin’de köylüler dere kenarında ağıt yakıyorlar...
Rize-İkizdere‘de sivil inisiyatif “Su Meclisi” toplandı, tüm illerden gelenler bu katliamı tüm insanlığa şikâyet edecekler...

Kar yağıyor...
Tanrı dolduruyor su depolarını...
Ama ilk kar tanesindeki yaşamın şifresini bozdular...
Bu beyaz nimet yaşamı paylaşmak için değil, yağmacıların kasalarını doldurmak için sanki...
Dört bir yanda yükseliyor, derelerin çığlığı...

ALINTI: Bekir Coşkun - Habertürk